28 Haziran 2011 Salı

Kanyon Macerası

Anne Olsun Çamurdan Olsun


Coca'nın Antalya'ya gelmesinden isifade biraz maceraya girelim dedik. Daha önce geçerken levhasını gördüğüm Göynük Kanyon'a gittik. Kanyon üç kısımdan oluşuyor. Bir park ve tesis yapmışlar. Ekopark diye geçiyor. Harika bir yer. Parkın kapısına arabaları bırakmanız gerekiyor. İlk kısım zorlu olmayan kısım. 500 metre yürüyorsunuz. Yüzülebilecek bir göl ve tuvaletin tesislerin olduğu biryere geliyorsunuz. Bu kısım kolay sayılırdı ama hava sıcak olduğu için sürekli çocukların ve kendimizin tepesinden su geçiriyorduk.


İşte bundan sonrasını herkesin gözü yemez. Çünkü bir sonraki yüzülecek ve kaynağın olduğu yere gitmek için 1.5 km yürümek gerekiyor. Sadece yürümek de değil yokuş yukarı yürümek. Su yandan sürekli akıyor ve siz sürekli tırmanıyorsunuz. Eşyalarımız, 2 çocuk ve bebek arabası ile hiç kolay olmadı. Ama macerasever yapımız yüzünden yılmadan Ece'yi bebek arabasıyla iterek, Ela'yı da sırayla sırtımızda taşıyarak o 1.5 km'yi yürüdük.



Yürümeye başladığımda ayaklarımda üstteki deniz ayakkabıları vardı. Fakat yukarı yürürken ayaklarımı çok acıtmaya başladı.




Gerekten çok zorlu bir 1.5 saatlik tırmanmadan sonra kaynağın olduğu yere vardık. Gitmemize bence değdi çünkü çok eğlendik. Burdaki su soğuk ve çok güzeldi. O kadar sıcakladıktan sonra bize çok iyi geldi. Orda yaklaşık 3 saat geçirdik. Yüzdük, oynadık, yemek yedik ve iyice yorulduk.


Aslında burdan sonra Kanyon'un bir üçüncü kısmı daha var. Gitmeyi çok istediğim ama çocuklarla gidişin imkansız olduğu bir kısım. Burdan sonraki kısım için orda elbise ve kask kiralıyorlar ve almak zorunlu. Çünkü dağların arasında yüzerek, tırmanarak tamamen suyun içinden şelale arkasından falan geçerek asıl kaynağa tırmanıyormuşsun. İlk girdiğin yerde su 4 metreyi geçiyormuş. Ama eminim harikadır. Coca ile buraya çocuksuz gelmek farz oldu. Ama ilk 2 kısım da çocuklarla bize yetti diyebilirim.


Ela dönüş yolunda bebek arabasında uyuyakaldı. Ece de kucakda uyuyakaldı. Yani yokuş aşağı insek bile gene çocukları taşıdık. Ama çıkış kadar yorucu olmadı.



Fakat bir problem vardı ki yol boyunca Eka'nın ve benim yakamı bırakmadı. Ayakkabı problemi. Ben deniz ayakkabıları ile gitmiştim. Güya kanyona hazırlıklıyım. Terliklerimi de bebek arabasına atmışım, süperim. Ama ayağımı ayakkabı çok fena yara yaptı ve Kanyon'u çıktığımızda ben artık yürüyemez hale gelmiştim. Eka da sabah Kanyon'a gidiyoruz falan anlattığım halde parka falan gidiyoruz sanmış o yüzden şıpıdık ama sokak terliği ile gelmiş. Kanyon'un bir kısmını yürüdükten sonra çocukların havlularını ve kendi mayosunu arabada unuttuğunu hatırlayınca yaklaşık 600 metre arabaya geri döndü. Dönerken kendi terlikleri ile yürümesi çok zor olunca benim terliklerimi giyip gitti. Sonra da yukarıya kadar onla geldi. Ama yukarda işler değişti. Ben artık ayakkabıları giyemez olunca kendi terliğime geri döndüm.


Eka da aşağıdaki gibi benim deniz ayakkabılarıma önden bir parça ayağını geçirebildi. Aşağıdaki gibi deniz ayakkabısına sadece önden basabilince dönüş boyunca ayağını burktu.


Bense kendi terliklerime geri döndüm. Ama yürüyüşe başladığımın 2. dakikasında terliğimin parmak arası koptu. Kopunca ben de saçma sapan Eka'nın şaplak terliklerini giymek zorunda kaldım. Fakat yolun yarısına gelince ayaklarım sulara girdikçe yanlara dönmekten bu sefer o terliğin de parmak arası koptu. Kaldım terliksiz ve deniz ayakkabım Eka'nın ayağında. Yani iki kadın iki tane tek kopuk terlik, iki tane tek sağlam terlik bir çift de birinin ayağını vuran birinin de ayağına küçük gelen deniz ayakkabısı ile kaldık. Puzzle gibi. Allahdan kopan tekler ters teklermiş. Böylece bir ayağıma kendi terliğim bir ayağıma Eka'nınkinin öbür tekini giyerek geri döndüm. Tabi bütün yol bir tane daha kopmasın diye dua ederek. Yani zaten düzgün başlamadığımız yola Eka üstteki gibi ben alttaki resimdeki gibi son verdik.:)

Yine de Kanyon güzeldi. Aman ayağınıza düzgün bir sandaletle gidin.

24 Haziran 2011 Cuma

Anneyim, Hakkım var.


Sadece anne olduğumdan dolayı yapıp söyleyebileceğim şeylerin bir listesini yazacağım. Sadece bazı basit gizlemler. Başka durumlarda, başka birinin küçük çocuklar olmadan bunları söylediğini duyarsanız, biraz garip olacaktır. :

1. “Lütfen burnundan parmağını çıkarırmısın!” demek.

2. “Lütfen burnumdan parmağını çıkarırmısın!” demek.

3. Birinin kusmuğunu elinle yakalamak.

4. Birinin poposunu kaka yaptı mı acaba diye koklamak

5. Birisine yaptıkdan sonra ''özür dilerim'' desen bile topluluk içinde osurmanın doğru olmadığını anlatmaya çalışmak

6. Birini ''bitirince çağır beni poponu sileyim'' diye talimat vermek

7. Birine kilodunu tutarak gezmemesini çişi geldiyse tuvalete gitmesini söylemek bazen donunu giymesini çıplak dolaşmamasını söylemek.

8. Birine “Ne yiyorsun şimdi?” demek ve sonra “elime tükür hadi!” dedikten sonra birinin ağzına elini sokup o objeyi ağzından çıkarmak.

9. Birine nasıl hissettiğini sormak ve nasıl bir ''kaka'' yapacağını kontrol etmek.

10. Aynı soruyu cevap alabilmek için 58 kere sormak.

Tüm annelere sevgiler

23 Haziran 2011 Perşembe

1. Dereceden Düşüş

Zamanım çok azdı ve bir görevliden yardım istemektense hobbitden haylice boyumla yukardaki bir rafdaki kutulardan birine ulaşmaya çalıştım. Alttaki bir rafa basarak, kolumu uzatabildiğim kadar uzatarak, kutunun önkısmına parmakuçlarımla dokunabiliyordum. Uzanarak, dokunarak, uzanarak kutu döndü ama daha yakına değil. Doğru düzgün düşünmeden ama hırs yapıp kutuyu isteyerek, bir cm yukarı zıpladım, kutuyu kavradım ve tabii ki hepsi birden tepemden düşerek ben de birlikte yere kapaklandık. Ayağımda son kalan parmak arası terliklerim rafdan kayarak çok açıkca popomun üstüne düşmeme sebep oldu. Düşmek yeterince kötüydü ama aynı zamanda düşerken yukardaki bir sürü şeye dokunduğum için domino taşları gibi üstüme bir süre daha birşeyler düşmeye devam etti. Son iki parça şey de sağ bacağım ve elime düşünce taşlar yerine oturdu.

Orda 3 yaşındaki kızımdan bekleyebileceğim bir dağınıklık ve pislik içinde oturakaldım. Orda en azından o pislikte yalnız olduğuma şükrettim. Ayağa kalktım, ellerimi çırptım düşen kutular yüzünden acıyan elimi salladım ve dağılan şeyleri toplamak için eğildim ki 3 görevlinin koşarak geldiğini gördüm. Özür dilemeye ve hiçbirşeyin kırılmadığını anlatıyorken, onlar durumumu anlamaya çalıştılar.

''Bayan, iyi misiniz? Başınızı vurdunuz mu? Yaralandınız mı? Biryeriniz acıyor mu?'' zaten zonklayan kafamda ilk duyduğum laflardı. Bizim ülkede ne zamandır insanlar bu kadar kibar. Şaşırdım açıkcası.

Yüzüm bir insanda olabilecek en utanç kırmızısına dönerek, ''Çok çok üzgünüm gerçekten. En üstteki rafa ulaşabilirim sandım. Ne yazık ki boyum yetmesi ve o kadar atletik olmadığım için de yeteri kadar zıplayamadım'' diye cevap verdim.

Marketteki çocuk işte o zaman bana aleni olarak güldü. ''Çok salak gördüm ama sizinki kadarını görmedim'' dedi içinden. Bana yardım edip, yolladır. Bu arada giderken uğruna rafları döktüğüm kutuyu da bırakmayıp aldım. Emziren anne beynim devam ediyor, bu anlaşılmış oldu.

22 Haziran 2011 Çarşamba

Denizim Park

Baya gezmişiz yaw. Antalya Belediye'sine gittim, şehirlerine yaptığım tanıtım kıyağı sebebiylen bana para vermeleri gerektiğini bildirdim. Aman Belediye Başkanı da beni bekliyormuş. Bir memnun oldu, kalktı bana bir ihtimam bir ihtimam. Adamlarına söyledi hemen ayaklarımın altına bir kova su getirdiler, otururken biraz serinleyim diye. Bir adam da arkadan enseme üfledi. Çok serinledim çok. Yani sıcak biraz kafama vurmuş olabilir tabi. Neyse başkan benimle aynı fikirde olduğunu çok net belli etti. ''Sen devam et canım, biz seni görücez'' dedi.

Bu sağlıklı yürümeyi anlatan eksper insanlar, ''Yürüyüşünüzü hızlı tempoda yapıcaksınız, öyle sahilde gezinir gibi değil'' diyor ya. Peki ya gerçekten sahildeysek nasıl yürüycez. Gezinir gibi mi? Hızlı mı? Benim çok kafam karışık.

Ya fotoğraflar di mi? Burası Lara'da. Adı Denizim Park. Kocaman bir arazide, güzel bir yer. Büyük bir çocuk parkı var. Çocuğunuz oynarken yimek yiyebiliyorsunuz. Bir de son yılların trendi arkaya kümes hayvanları serpiştirilmesi konseptini burda da yapmışlar. Güvercin, tavuk, tavşan mevcut. Bir de cici midilli koymuşlar fona. Üstelik koymakla kalmamışlar çocukları bir ağacın etrafında midilliye binerek dönbabam döndürüyorlar. Ama başarılı yani. Çocuklar nasıl anababalarının etrafında tepiniyor ''ben de binicem'' diye. Sanki dörtnala koşucaklar. Ama bizimkiler gibi 4 duvar arasında şehrin içinde, ipodla oynayan çocuklar hayvanlarla pek oynaş olamadıklarından midilliye binmek çok değişik oldu tabii.

Ela hatun da çok sevdi. Baya sanki padişahmış da halkını selamlıyor gibi herkese el sallaya sallaya gezindi. Bir de kafasındaki kask ağır geliyordu yavrucuğumun kafası öne düşüp duruyordu. Neyse Ela hanımın eğlendiği her saat arıza çıkarmadığı ve sıkılmadığı için yanımıza kar olduğundan oldukça verimli birgün geçirdik.

Özetle tavsiye ederim. Lokasyon da vereyim. Lara'da Örnekköyü geçince Kundu'ya giderken kocaman levhasını görürsünüz. Haa aslında asıl maceralı günümüzü yazıcaktım ama fotoğrafları ayarlayamadım bir dahakine inşallah.

Cumartesi 3 kadın 2 çocuk yola çıkıyoruz. Ankara'ya dönmek artık istiyorum da, tek şoför olacağım için o yol gözümde nasıl büyüyor anlatamam. Belki bu yolculuktan da güzel bir hikaye çıkar. İyi tarafından bakmak lazım.

Antalya var ya, yanıyor canım benim yanıyor.

21 Haziran 2011 Salı

Lunapark Antalya

Ela'nın tam olarak ilk Lunapark deneyimi idi. Her önünden geçerken ''Anne, babam geysin. Beyabey gidelim olur mu? Dönme dolaba binelim babamla.'' dedi durdu. Sonunda babası geldi ve geldiği gün akşam Lunapark'a gittik. Şansımıza hava da şeker gibiydi.

Ela hep görüp binmek istediği dönme dolaba bindi sonunda. Çok da eğlendi. Diğer oyuncaklara da bindi. En favorisi ise Gondol oldu. İki kere binmek istedi. Üstelik çok cesur, kafa üstü dönülen o mideyi bulandırmakdan başka ne işe yaradığını benim anlamadığım oyuncaklara da binmek istedi. Tabii ki bunun için yaşı tutmuyor ama bir sürü oyuncakda çok eğlendi.



Bu ilk maceramızdı. Asıl maceramızı bir dahakine yazıcam.


Ela'dan birkaç diyalog
Misafir olarak gelen bir bayan saçma ve densiz bir şekilde Ela'ya : ''Ay bu memeler ne güzel, bana da versene''. (Neden çocukları böyle severler hiç anlamam. Sinir olurum) Ela da lafı koydu tabii : ''Seninkiler çok büyük zaten, neden vereyim ki?''

Eka, Ece ve Ela'yı parka götürdü. Orda parkda yanına oturan bir bayan Eka'ya ''Çok tatlı çocuklar, sizin mi?'' diye sormuş. Eka da '' Hayır, bir akrabamın'' demiş. Ela ordan: ''Hayır Eka, senin çocuklarınız biz'' demiş.

Hayali arkadaşlarından bahsederken birgün bana :''Anne, Duru'yu görene kadar sana Duru diyebilir miyim?'' dedi. ''Hayır kızım ben senin annenim'' dedim. '' Çok gıcıksın anne, hiç oynamıyorsun'' dedi.


17 Haziran 2011 Cuma

Havuz Sefası

* Antalya günlerimiz devam ediyor. Çocukların keyfi yerinde. Hem de çok yerinde. Sabah denize giriyorlar, öğleden sonra havuza. Havuz derken işte şu resimlerde gördüğünüz kovalar yani. Kişisel havuzları. Atıyoruz kuzuları havuza. Valla ben de kişisel havuzuma ayaklarımı sokuyorum. Havalar ısınmaya başladı.
* Coca kişisi geçen hafta geldi, 4 gün kaldı gitti. Valla herkes birbirini çok özlemiş. Yumuk olduk 4 gün. Acaip maceralı işler yaptık. Bilahare yazıcam, fotoğraflar harika.
* Coca gittiği günün ertesi günü annem geldi. Geldiği gün fırçaladı beni. Annelik yapıcak ya. Akşamüstü Ankara'daki evinden çıktı, uçağa bindi 1 saat oturdu geldi. ''Yoldan geldik bir çorba bile yapmamışsın'' dedi. Şaka herhalde bu. Tutamadım şu çenemi. ''Anne, 1 saat uçakta oturdun geldin sanki 9 saat araba kullandın. Üstelik yemek saatinden sonra düşünemedik valla'' dedim. 118 saat boyunca surat astı. Napalım annemiz. Ama şu bir gerçek ki annemin gelmesiyle benim tatilim başladı yoksa bu tatilden sonra bir tatile ihtiyacım olacaktı. Çocukları bırakıp bırakıp yürüyüşe gidebilmeye başladım. Biraz özgürlük kazandım. Biraz kendime alan. Biraz boş vakit. Şimdi yarın kuzenim geliyor. Onunla da ben gezeceğim ve haftaya artık coca'nın yanına geri döneceğiz. Çok özlüyor herkes birbirini.
* Havalar şeker gibi. Tam istediğim hava. 28*29 civarı. Çok yakında ısınacak biliyorum. Şimdilik her günün tadını çıkarıyorum. Burda hava 33 olunca benim için bitiyor.
* Ece'nin gözünde ciddi bir enfeksiyon var. Uzun bir tedavi verdi doktor. Her saat başı damla damlatıyoruz. Bu gözyaşı tıkanıklığı olayı çok uzadı. Kuzum çok rahatsız. Üstelik de damla yüzünden sürekli rahatsız ediyoruz. Yetmedi öbür gözü de alerjik kanlanıyor. Bu Ece zayıf halka galiba. Ela'nın 3 senede almadığı antibiyotiği 9 ayda bünyesine indirdi.
* Ela, ODTÜ'ye kabul edildi. Eylül'de kreşe başlıyor sonunda. Çok heyecanlıyım. O da çok heyecanlı. Kaldı 3 ay daha Ela hanımla haşır ve de neşir olmak. Sonra artık o da okullu olucak. Ben de Ece ile başbaşa kalıcam.
* Yakında dönüyoruz. Görüşmek isteyenler sıraya girin.

16 Haziran 2011 Perşembe

Ecem 9 Aylık



Bugün itibari ile içimde olduğun süre kadar dışardasın. İlginç, çünkü sana olan hamileliğim o kadar çabuk geçti ki son 9 ay daha uzun geçti gibi hissediyorum. 10 ay gibi mesela belki 11. Kesinlikle 9 değil ama. Oysa aynı zaman dilimi. Ne saçmalıyorum değil mi?

Her ay ne kadar çok değiştiğini düşünüp biraz üzülüyorum çünkü mütemadiyen hayatımıza yeni gelen minik bebekden uzaklaşıyorsun. Fakat her ay daha büyük, daha eğlenceli ve daha enteresan bir hale geliyorsun. Bana yeni şeyler öğretiyorsun ve beni yavaşlatıyorsun ve anda kalmamı sağlıyorsun. Açıkçası bunları ablanda yaşamadım. Onda ne yaşadığımı bu kadar net bilmiyordum. İkinizin annesi tamamen farklı anneler diyebilirim. Seni emzirirken okurdum ama senin olaya olan ilgisizliğin yüzünden kitapları, bilgisayarı bıraktım çünkü elimden almaya çalışıyorsun. Artık seni daha zor emiriyorum. Gözlerine bakıyorum, saçını okşuyorum, çenende yapışan mama kalıntılarını alıyorum, minnak ayaklarını seviyorum. Ne kadar güzel olduğuna (yani bana ne kadar güzel geldiğine) hayranlıkla bakıyorum. Ne kadar çok babana benzediğine inanamıyorum. Konuşarak söylenmene çok gülüyorum. Ve en güzeli de kokunu içime çekiyorum ve sakinliyorum.

Daha önce söylediğim gibi kızım son derece hareketlisin artık. Buna ekleyebileceğim tek şey ise sanırım dünyanın en hızlı insan evladını doğurmuş olabileceğimdir. Gerçekten, seni yere koyuyoruz ve arkamızı dönüyoruz ki 3 oda ileri gitmişsin. Seni nasıl tutacağız bilemiyorum.
Bu ay kazandığın beceriler de hiç az değil. Artık çok güzel ayakta duruyorsun. Hatta son birkaç gündür ellerini bırakıp yavaş yavaş aşağı oturuyorsun. Yürüme konusunda çok isteklisin. Hatta önümüzdeki ay içinde yürümeni bekliyoruz. Denizi ve suyu seviyorsun. Yavaşdan alıştırarak soktuğumuzda çok eğleniyorsun. Kendin yemek yemek konusunda çok isteklisin. İstemediğin birşeyi asla ağzına sokmuyorsun. Elle yenilecek şeyleri kendin yiyorsun, kaşıkları da illa sen de tutacaksın. Asla bize bırakmıyorsun. Ela birşeylere dalıp ağzını açıp yemek yerdi ve hep bizim yedirmemizi isterdi. Ama sen asla bu oyunlara gelmiyorsun. Bir de kafanı iki yana o kadar hızlı sallıyorsun ki zaten bizim ağzına birşey sokmamız pek mümkün değil. Bu ay içinde bir de önce alkış yapmaya başladın, sonra da öpücük yapmaya başladın. Tatlılığın çok arttı. İtiraf ediyorum bebeğin bebek olduğunu tadına vara vara seni severek anladım. Ela'da endişe, çaba vs yüzünden bu kadar tadını çıkaramamışım. Şimdi ikinizin beraber tadını çıkarıyorum. Çok mutluyum seni dünyaya getirdiğime. Baban da ben de seni büyüyen bir aşkla seviyoruz. Önümüzdeki ayların sana neler getireceğini merakla bekliyorum.

Yeni geliştirdiklerinin dışında geçtiğimiz ay Ece'nin ustalaştığı şeyler.

1. Hiçbirşeye tutunmadan ayakta durmak.
2. Mutfaktaki dolapları açmak.
3. Mutfaktaki çekmeceleri açmak.
4. Banyodaki dolapları açmak.
5. Tuvalet kağıdını koridor boyunca sürükleyerek açmak.
6. Islak mendilleri tutup, küçük parçalara ayırmak.
7. Yiyeceğini çiğnemek, ama yutmak istemediği parçaları bırakmak.
8. O parçaları ağzından dikkatlice çıkarıp, yere atmak.
9. Sevmediği birşeyi yaparsanız sırtını yay gibi gerip çığlık atmak.
10. Sabah 7 gibi makul bir saate kadar yatağında uyumak.
11. Dişlerini gıcırdatmak.
12. Bardaktan süt içmek sonra ağzını yarım açarak üstüne doğru bırakmak.
13. Ekmekten ısırarak yemek, annenin dilimlemesi gerekmeden.
14. Kucaklamak.
Bu günlerde çok meşgul.

14 Haziran 2011 Salı

Kreatif 3 yaş Dönemi



ÇÖ (Çocuklardan Önce) günlerimizde mağazalarda abuk subuk kıyafetlerle gezinen çocuklar görürdüm ve kendi kendime ''Bunların anneleri nasıl böyle giydiriyor?'' diye düşünürdüm. Şimdi çocuklarım var ya çok iyi anlıyorum. Çocuklar kendileri giyinmeyi çok seviyorlar ve savaşmak çok anlamsız.

Yani, çocuğunuz yazın Temmuz ayında kadife bir sweat shirt ve mor ekoseli bir pantolon (neden birinin mor ekoseli pantolonu olur onu da bilmiyorum) sarı dize kadar çoraplar, kar botları ve bir taç giymek isteyebilir. Bir ebeveyn olarak savaşlarınızı seçmeniz gerek. Genelde enerjinizi çocuklarınızın arabanızdan çıkardığı parçalarla bir uzay gemisi yapmak veya oje ile kapı kolunu boyamak istediği gibi daha ciddi durumlara saklamak en iyisidir. ''Kızkardeşime kokan çorabımla devamlı vurma'' savaşı veya ''ama bana devamlı bakıyordu'' savaşı verdiğiniz emeğe değmez.

Gerçek anlamıyla çocuklarıma yeni kıyafetler almayı bıraktım.

Kızım çoğu zaman çıplak gezmeyi seviyor ne giydirirsek giydirelim çıkarıyor. Eğer dışarı çıkıyorsak ve birşekilde giyilinebilineceğini ikna edebildiysek abuk subuk giyiniyor. Mayo, prenses kıyafeti, yazın yağmur botu, kışın sandalet (ama mutlaka ve mutlaka ayakkabılar ters giyilecek sağ ve sol ters yani) en sevdiklerinden. Elbisenin altına kot pantolon, her renk bir arada. Eğer şans eseri benim seçtiklerimi giyerse %99 ihtimalle ters giyiniyor veya kolun geçmesi gereken yerden kafa, bu arada kol yandan sarkerken veya pantolonlar ters. Okula giderken muhtemelen onu bir öksüz falan sanıcaklar. Son zamanlarda da zaten 6*9 ay kıyafetleri en favorisi. Ece'nin kıyafetlerinin içine sosis gibi sığıyor. Allahtan küçücük poposu var da besleme gibi olsa bile hayati bir tehlikesi olmuyor. Neden böyle hiçbir fikrim yok.

Bebek ise Ece olan yani, ne giydiği umrunda değil yeterki ayağında kemirebileceği bir ayakkabı olsun. Sabah ilk iş yerde sürünerek gidip bir ayakkabı buluyor ve bana getiriyor ki ayağına giydireyim. Bezini değiştirmeden önce, ayağına ayakkabı giydirmemiz gerekiyor. Pijama ve ayakkabı. Bir bez ve ayakkabı. Sadece ayakkabı da yeter.

Evet kıyafetler için binlerce TL kazanmış olacağım. Bu gibi kazançlarla daha önce bile emekli olabilirim.

Şimdi Ela'dan çekebildiğim örneklere bir bakalım:
1 numaralı resim bugün çekildi. Ben çocukla mutlu olmakda işin sırrını bildiğim için hiç bulaşmadım bu şekilde denize gitmesine izin verdim. Detaylar olarak içinde görünen abuk subuk şey garip bir şekilde giyilen bikini altı. Evet üstüne giydiği bikini altı. Bir de kışın bile çorap giydiremediğimiz kızımız denize çorapları ile gitti.

2 ve 3 numaralı resimler aynı kreasyondan. Kafadaki şapkanın tepesi yok. Tshirt hem ters giyilmiş hem de aslında öyle tek omuzlu falan değil. Ela tek kolunu geçirmemeye karar vermiş. Kollarına da eroinmanlar gibi yara bandı takmış. Heryerine taktığı vardı o resmi bulamadım. Ağızda hipiler gibi sakız. Bir de 2 numaralı resimde elinde duran çantayı kendisi hazırlıyor. Her dışarı çıkarken bu çantaya başka abuk subuk şeyleri tepiştiriyor. Bunlar onun ihtiyaçları imiş. Kendi çantası napıcaksın.

4 numaralı resim ise kışdan. Üstündeki kazak babaannesinin her zamanki gibi büyük ördüğü bir kazak. Biz büyük diye bu kazağı hep gece yatarken giydirmeye çalışıyorduk üşümesin diye ama bir kere bile giymedi. Bu giydiği gün pizzacıya giderken bunu giyip altında 3 cm eşofman altı görülüyor onun altına da yağmur çizmeleri. İşte stil yapma denemeleri o zaman başladı. Ve son hız devam ediyor.


12 Haziran 2011 Pazar

35 Aylık Ela ile Süt Gerçekleri



3 yaşına yaklaşan, bebeklikten çıkıp küçük bir çocuğa dönüşen bir kızım var. Hala annesini emiyor. Hem de her gün. Ece doğduğundan beri emmek isteğini artırdı. Şu an hergün 1 kere meme emiyor. Etraftakiler kızıma sürekli, ''Sen büyüdün, yeter artık'' falan diyorlar. Hepsine kızıyorum, ''nasıl isterse öyle yapar siz karışmayın'' diyorum. O annesinin sütünü istediği kadar alabilir, onun hakkı. Ece'nin de. Çocuklarıma karışılmasına gerçekten sinirleniyorum. Hiç emzirmeyen insanın da kendi seçimi, uzun süre emziren insanın da. Ben bu deneyimi yaşamakdan memnunum.

Neyse ben aslında eğlenceli birşeyler anlatıcaktım. Konuya dönelim. Ela kocaman, aklı başında ve ağzı bol laf yapan bir çocuğa dönüştüğü için, aramızda öyle her anneye nasip olmayacak konuşmalar geçiyor. Sütle ilgili gerçekleri küçük bir çocukdan öğrenip emin oluyorum..
İşte bazı örnekler ve Ela ile yaptığım süt deneyleri:
Ela artık bir profesyonel;

* Ece'den sonra Ela'yı emzirerek sütümü artırdım ben. Ece daha küçükken Ece'yi emzirdikten bir saat sonra Ela'yı emziriyordum. Ve sütüm görünür şekilde arttı.

* Pompa yeteri kadar süt çekemez. Bazen sütümü sağdığımda 30 cc süt çıkar. Ela'yı çağırıp emziririm. Ela bu çıkmayan sütün üstüne bir 10 dk daha emer. ''Var mı kızım süt'' derim. ''Var annecim'' der. Sonra bitince ''bitti anne, hepsini çektim'':) der. Yani çocuk emdikçe süt gelir.

* Süt bitince bittiğini haber verebilen bir çocuk süper oluyor. Bazen emerken ''Anne süt gelmiyor ama dur biraz daha emeyim gelir'' diyor. Şaka yapmıyorum. Artık bu konuda prof oldu. Biraz daha emiyor, ''hah şimdi geliyor'' der. Ve biraz daha emip yine bittiğinde söyler. ''Hepsini çektim''.

* Emdikten sonra ''Anne çok rahatladın mı?'' diye soruyor. Yani süt birikirse, canınız acırsa birebir diyebilirim. ''Evet kızım'' derim. ''Ben emmesem napardın dimi?'' der.

* Çok komik ama sağmayı resmen biliyor. Emerken alttan üstten bastırıp daha çok süt getirtiyor.
* Bir gün ''Anne sütün tadı acı'' dedi.. ''Öyle mi?'' dedim. Belki de bu ay civarında tadı değişiyordur. ''İstersen bırak'' dedim. ''Dur bi bakııım'' dedi. Biraz daha emdi. '' Hah şimdi düzeldi, senin sütün oldu'' dedi. Çok ilginç bir deneyim.

Yani Ela sütle ilgili bana çok şey öğretti. Ve hem o onun yaşındaki çocukların çoğunun yaşamadığı şeyleri yaşıyor hem de ben çok değişik şeyler yaşıyorum.
Evet hem Ece hem de Ela emiyor. Ama Ela'nın tekrar emmeye başlaması bizim için çok değişik oldu. Süt veya emzirmeyle ilgili başka soracağınız birşey varsa Ela'ya sorabiliriz.


11 Haziran 2011 Cumartesi

Antalya Ulupınar

Geçtiğimiz hafta içinde annem gitti. Ben de resmen çocukları aldım ve Road Trip'e çıktım. 2 kadın 2 çocuk arabaya doluştuk. Antalya'dan Kemer yoluna vurdum. Resmen nereye gideceğimi bilmiyorum. Planım 40 km gitmek ordan geri dönerken karış karış sahili gezmek. Tam 40 km gittim. Dönmek üzereyken Ulupınar'ın tabelasını gördüm. Baktım sular falan sürdüm oraya. Bir lokanta kurmuş tezgahını suyun üstüne.

Serildik masamıza ama daha sipariş bile vermeden kendimizi attık suya. Hava da çok sıcak olduğundan bize o kadar iyi geldi ki buz gibi su. Balıkları nerdeyse elimizle sevdik. Güzel bir de yemek yedik ama asıl önemlisi ruhlarımız doydu. Çocuklar da biz de sudan çok keyif aldık.

Bu tarafa gelenlere tavsiye ederim. Antalya'dan Kemer yoluna gittiğinizde Kemer'den sonra karşınıza çıkıyor. Çamyuva taraflarında. Belki bu nehir üzerinde başka restorantlar da vardır. Biz ilk gördüğümüze girdik.

Antalya kazan biz kepçe bu sene 3 senelik hamilelik ve bebekli olmanın verdiği kısıtlanmanın acısını çıkarıyorum. Dur bakalım daha nereler göreceğiz.

7 Haziran 2011 Salı

Yat Limanı ve Bebelerle Tekne Turu

Dedik ya bu sene Antalya'yı başdan turist gibi geziyoruz diye. Geçtiğimiz akşam eski yat limanına gittik. Oldukça masumca gezme fikriyle başlayan gezimiz birden kendimizi 3 kadın, 1 çocuk ve 1 bebek bir teknede bulduk. Ela ile kendimize teknenin önünden biryer bulduk bulmasına da akşamüstü coşan deniz yüzünden sallandık da sallandık. Benim midem tam kalkmak üzereydi ki neyse ki 1 saat süren turumuz sona erdi. Bu sene birçok şeyi hayatında ilk kez yapan Ela kuzusu yine en fazla eğlenen oldu.

Teknedeki Rus çocuklarla kaynaştı oyunlar bile oynadı. Antalya'da çok rus var ve çok da rus çocuk var. Bu sene Ela'nın kişisel bir tercümanı da var. Sürekli gidip gidip rus çocukları ile oyun oynuyor. Dilini anlamayınca da ''Ekaaaa, gelirmisin senin dilinde konuşuyorlar'' diye yanına çağırıyor. Birkaç kelime bile öğrendi. Bugün çocuklara ''İde suda'' dediğini duyunca şaşırdım. Eka'ya sordum gerçek bir kelimeymiş. ''Gel buraya'' demek istiyormuş. Bizim kız iletişecek başka yolu yok. Ve bunu yapabileceği heryoldan yapmaya çalışıyor.

Yat Limanı'na gelince bize güzel vakit geçirtti. Ela hemen daha büyük tekneye de binmek istedi. Bu çocuklara bu yaşlarda yaptırılan aktiviteler bence çok güzel yerini buluyor. Sonra insan büyüyünce bazı şeyleri denemeye bile öğrenilen korkularla yanaşmıyor.

Antalya bugün itibari ile 30 dereceyi geçti. Benim sıcağa dayanıklılık ibrem de bir kademe daha geriledi. Boşuna bu mevsimde gelmiyoruz. Benim balkabağına dönüşmem yakınlaşmaya başladı gibi hissediyorum. Bakalım ne kadar dayanıcam. Perşembe babamız geliyor çok mutluyuz.