30 Kasım 2010 Salı

Aynı Çocuktan 2 Tane doğurmuşum

Demek ki bizim genlerimiz birleşince kesinlikle bize benzemeyen birşey çıkıyormuş. İşte üstte Ece, altta Ela'nın 11 haftalık fotoğrafları ve birbirlerine çok benziyorlar. 2 yıl arayla çift yumurta ikizi doğurmuşum da haberim yokmuş. Bakalım büyüyünce de benziyecekler mi.. Bir tek göz renkleri ve burun şekillleri farklı.. Tabii karakterlerine girmeyim, onlar tamamen farklı.

29 Kasım 2010 Pazartesi

Alfa ve Beta'nın uyku rutinleri

Bazen, uyku saati rutini son sinirimin üstüne basıp üstünde dans ediyor.

Bütün gün annelik yapıyorum. Oynadım, düzelttim, sarıldım, güldüm ve dinledim saat şimdi 21:00 ve artık ben de bitmişim.

Ama çok yakın kaynaklara göre hayır bitmemişim.

“Canım benim? Legolarla mı oynaman gerekli yoksa diş fırçalaman mı?“. "Ela'cım, kitapları bırakıp ışıkları söndürmemiz gerek artık” “Bir kitap seç artık okuyalım da uyuyalım.“ "Ece, uyusan da artık ben de yatsam”

Huysuzum. Çakralarımdan yorgunluk ve sabırsızlık sızıyor.

En sonunda, ışıklar sönüyor, dişler fırçalanıyor, memesini emen beta sürümü babaya verilip alfa sürümü ile birlikte alfa'nın yatağına yatılıp (sadece toddler dedikleri yaşta çocuklara tanınan bir ayrıcalık) biraz onun seçtiği masal karakterleriyle (çoğunlukla içinde aslan, ela, şapkacı, tavşan ve şirin babanın olduğu) masal anlatılıyor. Bu arada iyiki bu çocuğa büyük yatak almışız diye kendi içinden dua ediliyor. O arada alfanın bazı manipülasyonları (su isterim, çişim geldi, azcık daha süt, bana masaj yap, popomu kaşı) giderilip sabırlar biraz daha zorlanıyor.

Ve detay olarak, alfa o sırada 3 çeşit değişik masal isteyip, arkasından 100'e kadar saymamızı isteyip ama (2'den başlayarak) arada çeşitli yerlerini kaşıtıp, meme de isteyerek bir savaşa giriyor. Savaşı zor ve geç de olsa biz kazanıyoruz ama bazen çok çabuk bazen çok geç. Ama bizi çok yoruyor. En çok da artık akşam oldu uyusa da ben de biraz dinlensem diye gözünün içine bakan beni.

Beta'yı son 2 gündür yatağında ağzına meme vererek uyutuyorum artık. Umarım Beta'da daha güzel uyku alışkanlıkları yakalayabiliriz, çünkü Alfa'nın uyku alışkanlıkları bu yaz yaşadığı bir sürü değişiklikle ona tanımak zorunda kaldığımız ayrıcalıklarla çok bozuldu. Zaten yaşının gereği hiç yatmak istemiyor, artık onu yatırmak bir manyaklık haline geldi.

Yine de bu zamanlar geçici ve bu meslek dünyanın en güzel mesleği.

28 Kasım 2010 Pazar

Ece Dönüyor, Ela'nın Motoru 4 yaşında

Hani birini araman gereklidir. Arayamadıkça daha da arayamazsın ya, yazmak da öyle birşey yazıcakların biriktikçe daha da yazamaz hale geliyorsun. Artık birikenlerin süngerini çekip bulunduğun yerden yazma zamanı. Hiç yazmamaktansa kısacık yazalım bari.

Zaman gerçekten hiç yok. Size sıradan bir günümü yazacağım, neden bahsediyorum anlayacaksınız. Sıradan olmayan günlerimizde zaten dışarda koşturuyor oluyoruz.

* Ece tam yemelik oldu. Gözlerini uyanık olarak açınca karnı toksa başlıyor bize gülmeye. Hatta şu sıralar meme emmeyi bırakıyor gözünü dikiyor yüzüme gülüyor. O zamanlarda çok fena sarılasım geliyor ama istediğim kadar sıkamıyorum onu. Her yavru kendi annesine tatlı tabii bu yüzden o da bana şu sıra bal kıvamında. Dünden beri dönmeye başladı. Yüzüstü yere bıraktığımızda fırt diye dönebiliyor. Babası da tam tersini yapabildiğini görmüş artık öyle kanepenin köşesine bırakıp biryere gitmek yok. Hala sakin bir bebek. Dün anakucağına oturttum, buzdolabının karşısına çektim. Onun hizasına da magnetleri koydum. Ben yemek yaparken magnetlere bakarak eğlendi ve kendi dilinde konuştu. Verem aşısı için doktora götürdük bir ayda çok uzamış ve 59 cm olmuş. %95'de boyu. Benim gibi kısa boylular ailesinden gelen bir insan için çok manyak bir değer bu. Kilosu da 4.950. Geçen ay kadar çok almamış ama kafamı takmayacağım değerler içinde. 2. çocukda daha az kafayı takıyorsunuz gerçekten. İyiki doğurmuşum onu, iyice aşık oldum ona. Dün birisi "gerçekten ikinci bebeği Ela kadar çok seviyor mu insan?" diye sordu. Öyle olmaz zannediyorsunuz ama gerçekten seviyorsunuz. İkisine de bakıyorum, hangisine sarılsam bilemiyorum.

* Ela artık daha da çok konuşuyor. Aslında uyanık olduğu zaman hiç susmuyor diyebiliriz. Şu sıra Ece'yi bırakıp onu biryerlere götürdüğüm için, anne kız takıldığımız için çok mutlu ve daha sakin. Ece'yle de arası daha iyi. Yere bir halı seriyorum, Ece'yi yatırıyorum ve beraber oyuncak gösteriyoruz Ece'ye. O da çok eğleniyor hemen öğreten abla modunu alıyor. Evde Ece'nin olmasına alıştı iyice. Herşey normalleşti evde. Beklediğimden daha çabuk. Ama tabii Ece'yle fazla ilgilenirsem geçici krizler yaşıyoruz, en çok da meme istemesi beni zorluyor. Mygym'e tekrar başladı. Oyun zamanında gittiğimizde bir gelişim uzmanı kadın ordaki çocukları bilmemne gelişim envanterine göre değerlendiriyordu. Ela'ya ve bize sorular sordu. Bir test yaptı falan sonunda bir çizelgede gelişimini getirmiş. Buna göre Ela'nın kaba motor gelişimi 4 yaşında, yani fiziksel becerileri yaşının çok üstünde. "Zaten ben onu izlemiştim, siz bu çocuğu ciddi bir jimnastiğe gönderin. Çok yetenekli" demişti. Evet evde heryere tırmanarak bu yeteneğini geliştirdi diyemedim ama biz de farkındayız zaten yaşının üstünde tehlikeli şeyler yapmaya çalıştığının. Neyse ama ince motor gelişimi 22 aylık bir çocuk değerinde. Yani kendi kendine yemek yemesi, düğme iliklemesi, boya yapması, geliştirilmesi gereken özellikler. Ama bence her çocuk ilgisi olan alanda gelişiyor. Dil gelişimi ve öz bakım gelişimleri de 3 yaş üstü görünüyor. Aslında bizim çok bilmediğimiz birşey söylemedi ama size kendi çocuğunuzun standartların neresinde olduğunu hangi özelliklerini geliştirmeye teşvik etmeniz gerektiğini anlattığı için bence çok yararlı. Neyse biz Ela azmanını gene iyi bu zamana getirdik diyorduk, yanılmamışız. Bir sirke versek bayılarak çalışıcak sanırım.

Sıkılacak hiç vakit yok, o yüzden herşey gayet yolunda. Akışa bıraktık kendimizi. Umuyorum daha sık yazmaya çalışacağım.

23 Kasım 2010 Salı

Sessizlik

Çok nadir sessizlik isterim.

İnsanları severim. Sohbetle enerji kazanırım. İnteraksiyondayken en mutlu olurum.

Fakat son günlerde, içsel ses kapatma düğmeme basmak istiyorum.

Açıkçası sorun sizde değil.

Sorun bende.

Evde o kadar çok ses var ki.

Kendimden sıkıldım.

Aşağılayıcı anlamıyla söylemiyorum. Kendime güvensizlikle ilgili bir durum da değil. %90 zamanda, kendi derimde rahatım.

Herşeyde ben olmaktan bahsediyorum, buraya yazıyorum, Ela'yla uzlaşmak için binbir türlü konuşuyorum, Ece'yle anlamasa da konuşuyorum, cocayla konuşmayı özlediğim için habire konuşuyorum, yardımcıya beni türkçe anlasın diye konuşuyorum,
anneme laf anlatmak için konuşuyorum (içlerinde bazen en zoru bu çünkü en zor laf dinleyen), arkadaşlarla konuşuyorum, birilerine derdimi anlatmak için konuşuyorum.. Yeteer... ben, ben, ben..

Kendimin biraz susmasına ihtiyacım var.

Öylece durmaya, konuşmadan, bir sonraki adımımı düşünmeden.


Eminim bu geçici birşey - kendime bir ayar verme.

Ama şu an, buna ihtiyacım var.

22 Kasım 2010 Pazartesi

Mantar Avı

Bayramda cocayla "bayarız, iki çocuk napıcaz nasıl geçicek" diye düşünürken, totomuz yer görmediği için zırt diye geçiverdi. Bana, "iki çocukla en çok gezen anne" plaketi uygun görüldüğünden, Altın Portakal alamamış Nurgül Yeşilçay gibi asabi değilim çok şükür. Onun yerine şeker gibiyim.

Anlamsız doğa gezilerimize sonunda tekrar başladık. İki çocuğunuz varken nasıl yalnız ve başbaşa kalınır biliyor musunuz? Çocuk başına bir tane büyüğü de gittiğiniz yere götürüceksiniz. Bir de onlara bir de yedek götürüceksiniz. Yani toplamda 2 çocuk için 3 büyük daha yanınızda taşırsanız, çocukları büyüklere büyükleri de sinir krizi geçirme noktasına gelen boşda kalana çocuğu versin diye büyüklere emanet ederseniz birkaç saatinizi kocanızla yanyana ve başbaşa geçirebiliyorsunuz. Üstelik hava güzelse çocuklarınız da hava alıyor falan.

Bayramın güzel havasını fırsat bilip geçen kış gittiğimiz ama benim hamileliğim nedeniyle ormanına yeterince dalamadığımız Ankara'ya 100 km uzaklıktaki Greenpark'a 2 araba 7 kişi kendimizi attık. Çocukları büyüklere bırakıp cocayla birlikte otelin arkasındaki yürüyüş yolundan daldık ormana. Hava çok güzeldi ve mevsim tam mantar mevsimi. Bizim keşif gezisi biraz mantar gezisine döndü çünkü adım başı garip gurup mantarların fotoğrafını çekmek için durduk.

2 saat boyunca, yürüdük, sohbet ettik (sohbet ettik derken bildiğin saçma sapan geyik yaptık ve şu sıra evde ne kadar konuşamadığımızı farkettik) ve mantar çektik. Çok değişik boyda ve renkde mantarlar var ve tam zamanında gitmişiz mantar açısından.

Gün sonunda biz çok huzurlu, çocuklar açık havanın etkisiyle çok yorgundu. En yakın zamanda umarım yine kendimizi anlamsız bir gezide buluruz.

Pedometrede 5090 adım atmışız.

16 Kasım 2010 Salı

Ece 2 Aylık

Ece kız tam 2 aylık oldu. Zaman çılgınca çabuk geçiyor. Geçtiğimiz haftalarda bilinçli bir şekilde sesimize, gülümsememize karşılık gülmeye başladı. Gölgelere, ışıklara çok ilgisi var, gözleri faltaşı gibi açılıp izliyor ışıkları. Genel olarak sakin bir bebek. Hatta az ağlayan bir bebek diyebilirim. Hele Ela gibi kolik bir bebek büyüttükten sonra Ece bize melek gibi geliyor. Agu ve gugular başladı. Tek tek sesler çıkarıyor. Ela uyanır uyanmaz ağlardı, Ece uyanmadan önce 10 dk mızmızlanıp bizi uyarıyor. Benim de işlerimi halledicek (el yıkama, tuvalete gitme veya son kaşığımı ağzıma alma, su içme gibi) biraz vaktim oluyor, ağlamadan önce. Gece uykusuna çabuk alışmıştı çok şükür gece uykularımız da aynı şekilde devam ediyor. 2 aylık bir bebek için daha fazla ne söylenirki, iyi ki doğurmuşum ne diim.. Ona olan aşkım her geçen gün büyüyor..

13 Kasım 2010 Cumartesi

Kısıtlı Vakit

* Geçenlerde belgesel izliyoruz karıncaları gösteriyor. Nasıl larvalarını bırakıyor biryere sonra hayvancıklar ordan alıyor başka yere. Aman ayağımı uzatiim sonra taşırım yok. Adam hiç üşenmedi 20 dakika bu karıncaların eforunu anlattı ekran başındakilere. Allahı var süper bir aile. Ama insanın aklına şu soruları getiriyor; Ulan beni hiç bir televizyon 20 saniye görüntüledi mi acaba.

* Kreş çocukları gibiyim. 3 gün iyiyim sonra tekrar boğazım ağrıyor. O kadar çok virüslerimizle taciz ettik ki aldığı onca anne sütüne rağmen Ece de öksürmeye başladı. Ela gidip yüzüne yüzüne öksürüyor daha ne diyim.

* Ne kadar zor olabilir ki. Hayatta insanların senden tek beklentisi yemek yemen, uyuman ve oyun oynaman olsun ama sen yine de hayatından memnun olma. Çişini yap, "olmaz", yemek ye, "yemem", hadi yatağa ,"olmaaaz", biraz oyuncaklarınla oyna, "belabel", hadi parka, "gitmiycem", uyku saatin geldi, "parka götür". Şu sıra hersaniyemiz mücadele şeklinde geçiyor. Oysa ben onun yerinde olsaydım ooooh mis gibi hayat.

* Sonunda oldu. İyiyim, vaktim bile var diyordum ama bitti. Artık 5 dk'm bile yok. Bir ara bir günümü yazarım ama biri yatıyor, öbürü kalkıyor. Ela dışarı da çıksın oynasın, Ece'nin bakımını hallet derken zaman nasıl geçiyor anlamış değilim. Bayram size geldi bize bayram ne zaman Ece ile Ela'yı bırakıp coca ile başbaşa bir günlük bir yere gidebilicez, işte o zaman gelicek. Şikayet ettiğim için yazmıyorum aslında. Akışa bıraktım kendimi, insanın birşey düşünecek bile zamanının olmadığı zamanlar da olması gerek.

* Geçen gece Ela'yı yatırırken yine aramızda komik bir dialog geçti.
Ela: Ben büyüyünce benim de memem büyüycek, dimi anne?
Ben: Evet, kızım.
Ela: O zaman ben de Ece'yi emziririm.
Ben: Ama sen büyüyünce Ece de büyüyecek Ela.
Ela: Olsun yine de emziririm.
Ben: (güya kadın ile erkek arasındaki farkları belirtmek için). Baban da emziriyor mu Ela?
Ela: Hayır anne.
Ben: Neden kızım?
Ela: Çünkü onun kıllayı var.


* Ela 28 aylık oldu. Bebekken hiç emzik kullanmadı. 19 aylıkken meme emmeyi bıraktı. Şimdi resmen ağzından emziği düşürmüyor, ciddi ciddi de meme emiyor. Bakalım nereye kadar gidecek.

Herkese iyi bayramlar.

9 Kasım 2010 Salı

Kung - Fu Biliyorum

Ela ile bugün aramızda geçen şok edici dialog.

Kung-fu Panda'yı izlediğinden beri Ela zaman zaman el, kol sallayarak Kung-Fu yapıyormuş gibi yapar.

Bugün bir ağlama ile bulunduğu odaya gittim.

Ben: Ne oldu kızım?

Ela: Anne elim uf oldu.

Ben: Neden kızım?

Ela: Tandalye'me kung-fu yapıyordum.

Ben: Kung-fu bildiğini bilmiyordum Ela'cım.

Ela: Biliyorum. Ama sandalyem bilmiyormuş.

Ben: Haa..

Hala, hala şaşırıyorum. Çok salağım.
Üstelik artık strateji kullanan bir çocuğa şaşırıyorum. Her markete gittiğimizde babaannesi'nin ona şeker aldığını söylüyor. Biz de hep soruyoruz, babaannesi kesinlikle almıyorum diyor. Meğerse onlara da "babam bana çikolata alıyor" diyormuş. İnanamıyorum bu yaptığı stratejiye. Ayağımızı denk almamız gerekiyor aslında. Bir strateji gurusu yetiştiriyoruz da farkında değiliz.

5 Kasım 2010 Cuma

4 Kişilik Yaşam

(Fotoğraflar ilk kez 4 kişi dışarı çıkmamızdan - ODTÜ)

"EE 4 kişilik hayat nasıl gidiyor?"

Şu sıralar en çok aldığım soru bu, özellikle tanıdığım insanlardan. (Yabancılar sadece durup şapşal bakıyorlar, tüm aile dışardaysak). Soru'da merak veya korku veya 4 kişi ile hayatta kalmanın imkansızlığını hissedebiliyorum bazen.

Cevabı ise, rapor vermekten mutluyum ki 4 kişilik yaşam gayet iyi. 4 kişi 3 kişiden çok farklı değil gibi. En büyük alışma bu karışıma yeni bir bebeğin adaptasyonu. Yenidoğanı emzirdiğin sırada büyük olanın başını belaya sokmasını engellemek için onunla nasıl oynandığını kavramak.

Her zaman derim, bence olay çocuksuz hayattan çocuklu hayata geçebilmekti. Bir kere çocuklu bir hayatın olunca evin düzeni zaten çocuklu bir aile düzeni oluyor. Çok fazla farketmiyor. Uykularını düzenlemen gerekiyor. Artık özgür olmuyorsun. Tabii ki hangisiyle kim ilgilenicek onu yönetebilmek gerekiyor, ama onun dışında bence korkulacak fazla birşey yok.

Beklentiler artık farklı. Kaos bazen hayatın gerçeği oluyor. İnsan kendini fikre alıştırınca daha da kolaylaşıyor. Fakat sevgi ve neşe ve çocukluğun muhteşemliği hep yanınızda da oluyor.
Hayat bir neyi ne için feda ettiklerinizin serisi. Ve bence 4 kişilik hayat gayet güzel.

4 Kasım 2010 Perşembe

Günün Loloları


* Bizim evde ateş ölçerler için bir çeşit Bermuda Şeytan Üçgeni var. Nasıl oluyorsa, Ela her hasta olduğunda ateş ölçeri bulamayıp eczaneden yenisini alıyoruz. Zaten Ela sayesinde evde sürekli birşeyler kayboluyor. Yeni gördüğü herşeye " bu benim" diyip odasındaki zulasına gtürdüğü için sürekli evdeki bazı eşyaları arama modundayız. En favorileri, bizim odamızdaki ledli ışık, benim su termosum, Ece'nin emzikleri, uzaktan kumandalar ve telefonlar.

* Bu ecnebilerin bayramı Haloviin bence çok komik bir uygulama. Ne o öyle koca koca adamlar dote kaçan taytlar giyerek günlük hayat karizmalarını mağmaya gönderiyorlar. Çoluk çocuk rezil kepaze dolaşıyorlar ortalıkta. Çocuklara kötü örnek oluyorlar. Şeker falan toplatıyorlar. Nedenini de anlamış değilim. Hayırlara vesile olsun ne diyeyim. Beleyken bele işte.

* IQ'su 799.5'dan 800 olduğu için Erol Büyükburç'un spermlerini çalmışlar. Bence kendisi Alzheimer hastası olmuş. Ciddi ciddi demeçvermiş bu iş uzaylıların falan da olabilir diye. "4-5 sene olmuş olabilir, çok zeki olduğumun farkına varıp böyle yapmış olabilirler." demiş. Kendisi o kadar zeki ki Eurovision'da Türkiye'den Türkiye'ye oy falan verebilir. Ben de en büyük manyak Hitler sanıyordum. Bir arkadaşım bu haberi gönderince bir kere daha bu mizah dolu ülkede yaşadığıma bir daha şükrettim, rahmetülahilaihalilalala.

* 2 yaşındaki akıllı mı deli mi olduğuna henüz karar veremediğim kızım, dün dışarı çıkarken "Ece'nin alt değiştirme zımbırtısını unuttunuz anne" diyerek, gerçekten unutmuş olduğumuz çok önemli materyali burnumuza dayadığında, annem ve ben şaşırsak mı utansak mı bilemedik. Ama ben çok gurur duydum. Bugün de kardeşine şarkı söyledi ve dans etti. O da öyle dinledi. Bir sene sonra acaba Ece'yi Ela'ya bırakıp gezmeye falan gidebilirmiyim ki.

* Dün akşam Ela'ya masal anlatırken öyle bir sıktım ki. Masal artık Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi ve Narnia arası birşey oldu. Arada Alice Harikalar Diyarı'ndan bazı karakterler kullandığımı da hatırlıyorum..

3 Kasım 2010 Çarşamba

Yalan ve Yılan

  • Selam İsmim Esra. Ve size yardım için burdayım. Yardımıma ihtiyacınız olduğunu bilmiyor olabilirsiniz ama bu da benim ebeveynlik önerime ihtiyacınız olduğunu gösteren bir işaret. Ben sizin kişisel Harvey Karp'ınızım.

Aynı zamanda, çocuğunuz bile yokken neden birinin size bu linki gönderdiğini merak ediyor olabilirsiniz ve bu da muhtemelen uzaktan bir akrabanız denizin ortasında ölüp size bir yetim bırakacağı için değildir. Allah korusun. Veya birisi size aslında çocuğunuz olduğunu anlatmaya çalışıyor olabilir. Tebrikler! Muhtemelen oldukça çok desteğe ihtiyacınız olacak. Fakat yeterince sizden konuştuk. Artık başlayalım değil mi?

Bugün inceleyeceğimiz konu yalan söylemek.

Yalan söylemek her ebeveynin eninde sonunda uğraşması gereken bir problem. Mesela kızım bana
"Kim benim ellerimi kirletti anne?" diye sormuştu ve
ben "Tabii ki sen kızım. Sana oynamamanı söylediğim halde çamurla oynadığın için" demiştim.
O da "Hayır, anne. Periler kirletti." demişti. (En son izlediği çizgi filmin etkisiyle).
Ben, "Periler mi, Gerçekten mi? En iyi yalanın bu mu? Periler bir kere ağaçlarda kurabiye pişirir. Çamura dokunmazlar. Yani uyduracaksan bari biraz inandırıcı olsun. Mesela sana büyük kuşun gerçek olduğunu söylediğim gibi. Ona inandın değil mi? Ama uydurmuştum tatlım." (Çok mu acımasız oldum.)

Sonra başladı ağlamaya. Muhtemelen benim kadar iyi bir uydurukçu olamayacağı içindi ve bu iyi birşey tabii.. Bunu istiyorsunuz değil mi. Çocuklarınızın size yalan söylememesini istiyorsunuz. Veya harika yalancılar olup politikaya atılmasını. İkisi de iyi opsiyonlar. Ama evet biz çocuklara sürekli uydurmak zorunda kalıyoruz değil mi?

Bazı ebeveynlik kılavuzları (totomun kılavuzları) çocuklara yalanı öğretmenin en iyi yolunun örneklemekden geçtiğini söylüyor, fakat bence birçok ebeveynlik kılavuzu çocuklarını yaratıcı ve fazla komplike planlar yapacak kadar çok sevmeyen insanlar tarafından yazılıyor. Mesela dolaba açık şekilde üstünde büyük bir ok bulunan bir kutu bırakırsınız ve çocuğunuza doğum gününe kadar onu ordan almaya izin olmadığını, alırsa kutunun bir eciş bücüşe (burda eciş bücüşün ne olduğu önemli değil hatta çocuğun anlamadığı birşey olması daha ilgi çekici oluyor, Ela'da biz bunu çok kullanıyoruz. örn. "Seni vıdzırta götürücez." "Hödükle bödük gelmişler.") dönüşeceğini söylersiniz; sonra odasına ayağınız tökezliyormuş gibi girersiniz ve "Aman Allahım, bir yılan beni ısırdı. Çabuk! Dolaptan hediye kutusunu getir. Onun içinde yılan zehirini buharlaştıracak birşey var. O benim sana hediyemdi". Eciş bücüş sorarsa acil durumlarda izin veriliyor diye yine uydurabilirsiniz. Sabiha Paktuna Keskin'in kitabında da yazıyordu. Çocuğunuza onun hayal gücünü geliştirecek veya onun kendisini güvende hissedeceği şeyler uydurmanızın hiç bir zararı yok. (Örn. Büyük kuş, Ece'yi almasın diye kapısını kitliyoruz dediğimizden beri Ela, Ece'nin kapısına dayanmıyor. İş birliği yapıyor. Ece'yi ondan sakındığımızı düşünmüyor.) Neyse konuya dönelim. Heyecanla kutuyu size getireceklerdir ve siz açıp kutudan derin bir nefes çekersiniz ve çocuğa korku ve şok içinde bakıp, "Hiç Zehir yokedici buhar kalmamış. Napıcaz şimdi. Aşağıdaki parkdan gidip toplamamız lazım." Hadi anneannenle aşağı inip toplayın beni kurtarın. (Burda istediğiniz kadar uydurabilirsiniz, ne kadar yaratıcı uydurursanız çocuk o kadar kendine iş ediniyor. Bu sistemi çocuk biryere gitmek istemediğinde evden çıkarmak için de kullanabilirsiniz. Evde hiç bilmemne buharı kalmamış gidip toplayalım mı gibi). Diyeceğim o ki, bunlar yalan değil. Bunlar uydurma. Uydurma 2 yaş sendromuyla başetmenin en etkili yolu. Ben 7/24 uyduruyorum. Genelde de hayali, olmayan şeyler. Gerçek bir yalan söylememek gerek tabii. Mesela gidiyoruz diyip gitmemek daha kötü. Onun yerine "atlara gitmek istiyorum" dediğinde (2 yaş çocuğu bunun hemen olmasını isteyecektir). Siz ona "aa çocuğum şimdi gidemeyiz hede hödö" diyemezsiniz hiçbir işe yaramaz.. Onun yerine "dur bir arayalım bakalım, napıyorlarmış". Diyip gerçek telefonunuzla tuşları çeviriyormuş gibi yapıp, mistik konuşmalar yapabilirsiniz. "Hmm, ay tamam canım başka zaman gelelim". Sonra çocuğunuza "şimdi uyumuşlar ama yarın bekliyorum" dediler. Orda çocuk muhtemelen gitmek istediğini bırakıp "neden uyumuşlar veya nerde uyumuşlar"a geçebilir. Bundan sonrası da sizin yaratıcılığınız tabii. Ben çocuğa mantıklı birşey anlatmaya çalışmanın kriz zamanlarında çok gereksiz bir efor olduğunu öğrendim. Orda başlıyorum uydurmaya. Siz de uydurun, uydurmak harika birşey. Çok kurtardı beni. Yaptıkça da bu işte daha iyi oluyorsunuz. Cocayla ben bu konuda mastıra geçmek üzereyiz. Haydi büyükler uydurmaya..

1 Kasım 2010 Pazartesi

Emzirirken Tek Boynuzlu Atlar Sizi Çekici Bulur

Emzirmekten daha az tartışmalı bir konu yazmak isterdim. Ama son günlerde en çok yaptığım işlev emzirmek olduğu için bu konudan uzak kalamadım. Kedi suratlı bebekler yapmak için gen çalışmaları yürütmek konusunda bilgi birikimim olsaydı farklı olurdu tabii.

Emzirmeyi seçmek veya seçmemek, kadınların hayatında yapmak durumunda kaldığı seçimlerden biridir. Hemen hiç bir zaman ejderha saldırıları ile son bulmaz. Ama çoğu zaman hem emzirmeyi seçen, hem de seçmeyen kadınlar şiddetli eleştirilerle karşılaşır ve hatta ara sıra gladyatör stilinde savaşmaları gerekir. Ama bu savaşı, geri kalanlarımızın da zevk alabileceği şekilde televizyon ekranında değil, metaforik bir şekilde yaparlar.

bu yazımın devamı için bu ayki Alternatif Anne'ye tık tık.