26 Şubat 2012 Pazar

Ela'nın Soruları



Ela'ya bazı sorular sorduk. Cevaplarını yazdık, sonra tekrar sorucaz bakalım yıllar neler değiştirecek.

En sevdiğin renk ne? - Kırmızı, değil de pembe. Pembeli kırmızı
En sevdiğin oyuncak ne?  - Sizin arabanız gibi Doblos gibi araba sürmek.
En sevdiğin meyve ne? Üzüm
En sevdiğin tv programı - Belgesel
Öğlen yemeğinde en çok ne yemek istersin ? - Beyaz pilav
En çok hangi kıyafetini seviyorsun? - Kısa elbise kıyafetimi
En sevdiğin oyun? - Yakalamacı
En sevdiğin atıştırma yemeği - Yoğurtlu üzüm
En sevdiğin hayvan? - Çita
En sevdiğin şarkı? - twinkle twinkle lidıl star
En sevdiğin kitap ? 1001 Hayvan
En iyi arkadaşın kim? -  İdil
En sevdiğin tatlı - Çikolata
Dışarda yapmayı en çok sevdiğin şey ne? - Çimende çiçek toplamak sana ve babama ve Eka'ya ve Ece'ye.
Gitmeyi en çok sevdiğin yer? Deniz'e gitmek ve yüzmek
Müzede en çok neyi seviyorsun? - Ejderha dinozorları
En sevdiğin içecek? - Meyme suyu
En sevdiğin öğretmenin? - Hatice
Evde ne yapmayı seviyorsun? - En güzel boyama yazması çok.
Doğum gününde ne yapmak istiyorsun? - Pasta yapmak ve pasta yemek.
Büyüyünce ne olmak istiyorsun? - Güzel bir kız. Ormanda tehlikeli hayvanlara bakıp onların tehlikelerini denizlere atmak istiyorum. Sizleri de o kötü hayvanlardan kurtarıyorum.
En çok kimi seviyorsun? Seni ve Ece'yi ve babamı.
En sevdiğin çiçek ne? - Gül, sıcaklar gelince size sürpriz olarak gül alıcam.
Kaç yaşındasın ? Unuttum.
Gözlerin ne renk? Siyah.
En çok kimi oynatıyorsun? Ece'yi
En güçlü kim? - Ben ve babam.
En güzel kim? - Ela ve Ece.




25 Şubat 2012 Cumartesi

Garip Rüyalarım

- Dün gece bir rüya gördüm. Bir çerçeve içinde bir resimim ve kenarından alev alıyorum. Kolum cıkıyor çerçeveden öbür tarafı söndürmeye çalısıyorum. Yandaki resimden bir el cıkıyor ve üstüme su döküp söndürüyor resmi. Hiçböyle şey duydunuzmu nedir?

- Benim rüyalarım bir garip bir kere de TanRı Euclid'in kulağına benimle ilgili birşeyler fısıldıyordu. Euclid'de hıı, bak bak gibi konuşuyordu. Ben de merak ediyordum. Yuh.



- Bir kere de tabağımdaki brokolinin beni yemeye çalıştığını görmüştüm. Var mı rüyaları yorumlayan. Uzun zamandır yazamadım. Çok yoğun günler geçiriyorum. İşler çok şükür çok sıkıştırıyor. 


- Kızlar çok keyifli. İkisi de canavar gibiler. Artık haftasonlarımız çok rahat geçiyor. Ela evdeyken daha çok rahat ediyoruz. Çünkü birlikte oynayıp, azıyorlar. Daha rahat geçiriyoruz. 


- Geçtiğimiz hafta bir doğuma girdim. Bebeğin fotoğraflarını çektim. Çok güzel bir deneyimdi benim için. Devamının gelmesini dört gözle bekliyorum. Bu konuda sürekli teknik öğreniyorum, kafamda sürekli kurgular, senaryolar. Uzun zamandır kafayı bu kadar yorduğum bir iş daha olmamıştı.


- Sonunda ''Yaratıcı Senaryo Yazarlığı'' sertifikamı da aldım. Uzun süren bebek ve hamile hayatından sonra tekrar kendim için birşeyler yapabilmek çok tatmin edici. 

19 Şubat 2012 Pazar

ECE 17 Aylık

Şu sıra işler ve çocuklarla hayat o kadar koşturmacalı geçiyor ki bazı işleri mecburen aksatıyorum. Blogumla yazı yazmak çok istememe rağmen eskisi kadar sık yazamıyorum. Şubat ayı aileden bir kayıp, zorunlu bir seyahat, kar ve kış koşulları ve işlerin yoğunlaşması ile nasıl geçtiğini anlamadığım bir zaman oldu. Bu arada da bir baktım Ece 17 aylık olmuş ve tek tük konuşuyor.

Geçtiğimiz ay içinde gelişiminde en önemli şey söylediği kelimelerdeki patlama oldu. ''anne, baba, kuu (kuş), dede, abba, düştü, bippi (bitti), döktü, otuyma'' duyduğumuz çok net kelimeler. Bir de konuşup da bizim anlamadıklarımız var. Ama görüyoruz ki bu süreç de hızlı öğrenmeye başladı ve hergün yeni kelimeler ekleniyor. Ben de elimden geldiğince görsel materyalle bunu desteklemeye öğretmeye çalışıyorum.



Oyun grupları ile buluşmamız devam ediyor ve Ece için bu çok güzel oluyor. Haftada bir gün de bir oynama grubuna SmileKids'e gidiyoruz. Zaten Ece evde durmayı hiç sevmiyor. Ben de çalıştığım vakitlerden arta kalan (ya da bir denge kurmaya çalışıyorum diyelim) tüm vakitlerde onu dışarı çıkarmaya çalışıyorum. Bir gün çıkmasa paltosunu alıp geliyor ve onu dışarı çıkarana kadar zorluyor. O kadar isteklerinde kararlı. Ela ile aralarındaki en net fark bu sanırım. Ela çok rahat ikna olup başka eğlenceli birşey yapmamıza karar verirdi. Ece öyle değil, kafaya birşeyi taktığı zaman onu bize yaptırtıyor. Yine de Ela'dan çok daha sakin ve kolay bir bebek diyebilirim. Hafiften toddler'lık amareleri gösterip inatçı kesilse de düzenini bozmazsak çok uyumlu bir bebek oluyor.



Günler öyle böyle geçiyor. Şu sıra hayatımdaki değişikliklerden, tekrar iş hayatına yoğun dönmekten dolayı çok mutluyum. Üstelik artık emeğim olan herşeye imzamı atabiliyorum. Geçtiğimiz ay bakıcımızın geri dönmesi de beni rahata kavuşturan bir başka etken tabii ki. Artık Ela büyüdüğü için onu pek yazmadığımı farkettim. Bir yazı da ona ayırıp yakında cimcimeliklerine anlatırım artık. Bugünlük Ece hanımın eşşek kadar toddler olduğunu haber vermemiz yeter sanırım.



14 Şubat 2012 Salı

Elmas ve Kömür

Sevgililer günü gelince televizyonlarda, reklamlarda bir tüketici çılgınlığına yöneltme başlıyor. Pırlanta reklamları, pahalı hediyeler bu günü pompaladıkça pompalıyor. İnsanoğlu parmağına taktığı pırlantanın bir elmas olduğunu ve o elmasın da aslında kömür olduğunu unutur. İnsanlar elmasın özünün kömür olduğunu unutup bunun için birbirini kırarlar, birbirlerine anlamsızca özenirler. Parmaklarına taktıkları zümrütün aslında kumdan başka birşey olmadığını, kumun içine bir mineralin girmesi ile oluştuğunu bilmezler. Böyle düşününce ne garip geliyor değil mi. Bu özel günlere anlam yüklememenin anlamı bende her sene gittikçe daha derinleşiyor daha da değişiyor.

Kömürle elmas birbiriyle tamamen aynı madde. Tamamen. Ama elmas olmak için çok sıkıntı çekmek lazım. Yerin dibinde kalıcaksın, inanılmaz bir basınç, inanılmaz bir ısı olucak. O sıkıntıda değişiceksin, değişiceksin ve pırıl pırıl bir elmas haline geliceksin.
Mevlana kömürle elması konuşturmuş. Kömür demiş ki : ''Sen de aynısın ben de aynıyım. Sen neden kralın tacındasın da ben burda sipsiyah duruyorum.''
Elmas demiş ki: ''E ben acı çektim.''
Kömür demiş ki: ''Ben ne olucam peki.''
Elmas demiş ki : ''Yan. Yanarsan etrafı ısıtırsın birişe yarar.'' demiş.
Bundan sonra da diyor ki Mevlana, kuvvetli olmak için, tutunabilmek, elmas olmak için acı çekmen lazım. Ancak sınavı geçersen değerli olursun, her geleni hayırla karşılarsan gelen kötülüğün senin için bir sınav olduğunu ve mutlaka bir nedeni olduğunu görürsen huzura erersin.

Konudan konuya atlayacağım gibi olacak ama anlayan anlar, bir haftadır 3 yaşında bir oğlu olan gencecik bir annenin kanserle savaşını izliyoruz. Hepimiz ağlıyoruz, hepimiz üzülüyoruz. Herkes işin ilik donörü olmanın ne kadar önemli olduğu kısmını, onun yanında olduğumuz, bu hastalığı yenmesi için dua ettiğimizi yazdı. Ben başka bir tarafından bakıyorum. Gamze'nin çok hassas bir noktada olduğunu biliyorum. Ama şu dakikaya kadar ben dahil binlerce insan ilik donörü olmanın nasıl olduğunu, ne yapılması gerektiğini bilmiyorduk. Ben dahil binlerce insan durup dururken buna ihtiyaç duymadık. Ama Gamze kadar hassas durumda bir kişi (3 yaşında oğlu olan bir anne) böyle bir hastalıkla karşılaşınca ülkedeki başda anneler olmak üzere, medya ve herkes buna tepkisiz kalamadı. Hepimiz Gamze'nin kurtulması için neler gerektiğini öğrendik. Şimdi Gamze sayesinde belki ilik bekleyen binlerce hastadan belki daha kaçı daha ilik nakli şansına kavuşacak. Ben bunu mutlulukla karşılıyorum. Herşeyin bir nedeni olduğuna inandığım gibi herkesin de bir misyonu olduğuna inanıyorum. Gamze'nin inanılmaz bir misyonu var. Hasta olan binlerce kişi ona dua ediyor, umut kapısı araladığı için. Anne olan binlerce kadın ona dua ediyor, evladından ayrılmasın diye. Ben Gamze'nin bu hastalığı yeniceğine inanıyorum. Yenerken de öyle bir değişecek ki, sonunda elmas olup parlayacak. Kalbimiz seninle Gamze. Sevdiğine biranönce kavuşman dileği ile.

8 Şubat 2012 Çarşamba

Kokarca Kitap

Bir kitabı kütüphaneye kötü koktuğu için geri götürdüm. Bizden önce bu kitabı alan kişi sanırım çocuğu ile bu kitabı okurken 12 paket sigara içmiş, sonra kitabı koltukaltlarına belki başka alanlarına da sürmüş. Düşünmek istemedim. (Yalanco! Bu kitaba ne olmuş tam anlamıyla bilmek istiyorum aslında. Sadece kendim koklamadım, başkalarını da koklamaları ve anlamaları için davet ettim. İşin ilginci kimse gerçekten istemedi.) Kitabın adı, Bambi idi. ''Bunu kokla!: Kendi vücudunu kullanarak bulmacalı kokular yarat.'' değildi. Neyse bilmiyorum. 
Neyse kitabı geri götürdüm. Oraya öylece bırakamadım çünkü 1) diğer kitapları da kokusuyla enfekte edebilirdi, ve 2) kütüphane sorumlu birisi olduğumu düşünebilirdi. Kütüphane hep yargılar.
Kitabı kütüphaneciye verdim ve açıkladım. ''Kitapda bir koku var ve benim kokum değil. Bu mezar gibi kokuyor'' dedim. 
Önce tepki almadım. Sonra tekrar denedim. ''Bu kitap kokuyor'' Kütüphaneci kitabı iki parmağının arasına aldı, kokladı ve ''Hmm bu hep oluyor, daha kötüsünü de gördüm'' dedi. 
"Ne gibi?" diye sordum, fakat sadece kafa salladı. Sonra anladım ki sanırım ki bazı kitapların üstüne çocuk kakası kokusu siniyor. Ya üstüne yapıyorlar, ya yaparken kitap okuyorlar. Öyle tahmin ettim yani.

Sonuç olarak, kütüphaneden kitap alıyorsanız, önce koklayın arkadaşım. Hatta biraz çırpın. Sonra bana teşekkür ediceksiniz.

1 Şubat 2012 Çarşamba

ECe ve Başka Çocuk

ECE ve başka çocuk arasında işte böyle tipik bir interaksiyon geçiyor.
Ece ve bir başka çocuk evde birbirlerinin varlığını umursamadan oynuyorlar. (Bu çocuk gelişiminde yan-yana oyun diye geçiyor. Hatta ''paralel oyun''. Not alın. Test yapacağım.) Ece bir an bakar. Diğer çocuğun elinde bir oyuncak var. Daha iyi bir oyuncak. Veya Ece'nin oyuncağı. Bu böyle süremez. Ece kalkar, elini çocuğun yüzüne iter. Sertçe. (Ece'nin ilk toddler deneyiminde benim ''Hayır, itmek yok'' sözlerimi kesinlikle duymaz. ''Çok geç anne, çok geç.)
Şimdi Ece'nin elinde göz dikilmiş oyuncak duruyor, fakat, hmm diğer çocuk ağlıyor. Zavallı diğer çocuk. Ece ayağa kalkıyor. Diğer çocuk çekiliyor. Korkmaaa! Ece sadece sevmek istiyor. Ece diğer çocuğa kollarını hassas bir şekilde hafif dizlerini bükerek doluyor ve öpücükle sevgisini gösteriyor. Yüzüne, kafasına öpücükler. Diğer çocuk hala emin görünmüyor. Ece atıştırmalık birşeyler arıyor, kuru üzüm var mı acaba etrafda? Belki de fındık falan? Diğer çocuğun yüzü nugget gibi gözüküyor. Ece bir öpücük daha planlayarak çocuğa çok yaklaşıyor ve sertçe suratını çocuğun suratına öpmek için atıyor. Diğer çocuk düşüyor ve ağlıyor. İki çocukda anneleri tarafından güvenli sulara çekilene kadar Ece'nin atakları sürüyor. 
Ece bu sevgi modundayken de ben diğer annelere çocuğumun tercümesini yapıyordum. ''Seni incitmek istemedim tatlım. Biliyorsun seni seviyorum. Senin huyun bu. Neden böyle olmak zorundasın? Hadi ama. Bir daha yapmıycam, bir öpücük ver bana.'' Bazen güldüler, bazen de beraber düşüncelere daldık. Ve Ece toddler olmaya giden yolda ilk adımını atmış oldu.