31 Ekim 2010 Pazar

Trendus Blog Ödülleri

Bir de ben aday olayım dedim, destek vermek isterseniz. Tık tık..

28 Ekim 2010 Perşembe

Dana Jelatini

* Hedaye olarakdan 2 saat yalnız ve kesintisiz kitap okuma zamanı talep ediyorum. Veya 2 saatimi D&R'da tek başıma geçirmek istiyorum. Evet evet kimseyi istemiyorum, sadece 2 saat telefonu da kapatmak tek bir allahın kulu ile konuşmadan kitaplara gömülmek istiyorum.

* Kadının biri pardon kadınların ikisi bugün gelip bana "merhaba, aaa sen yeni doğum yapmadın mı, toparlamışsın, vırvır da vırvır." gibi laflar etti. Sanki ne varki toparlıycak nerdeyse 40 gün oldu. Neyse konu bu değil tabi. Kadınların ikisini de tanıyorum o kesin ama kesinlikle kim olduklarını hatırlayamıyorum. Nerden tanışmışım ne kadar yakıniim hiçbir fikrim yok. Diyeceğim o ki can ciğer kuzu sarması arkadaşlarımdan biriniz bana yaklaşıp tepki alamazsanız, tepiki koyun arkamdan. 2 çocuk annesiyim ben zekaları dağıttım bana birşey kalmadı.

* 40 gün yasaklarımız bitti. Artık kızımla tepişebiliriz, cocamla elele dutuşabiliriz. Büyük kızım tepeme çıkabülünk, küçük kızım t-shirtümden içeri kusabülünk, cocam beni pek mümkün gözükmese de dışarı çıkarıp dımtıs dımtıs bir mekana götürebülür. Artık Eliso'ya "ben tam iyileşmedim Ela'yı toaletin depesinden sen indirirmisin" ayağı yapamıycam. Kesin yemez. Tabii geri gelirse, kolçak kadın. Gideli 5 gün oldu hala döneceği günü haber vermemiş olmasıyla kara kaplı defterde hızla yukarılara doğru tırmanmakta.

* Bugün 40 gündür ilk kez tek ve tük başıma yalnız dışarı çıktım. Ve manikür gibi bakım işlerini halletmeye yani bir nevi ruhen rahatlamaya gittim. Orda düşündüm de bu manikür yapmak nasıl bir iş. Kim uydurmuşki bu işi. İlk nasıl bu işe ihtiyaç olmuş acaba. 1700'lerin Lady Gaga'sı sıkıntıdan çoraplarındaki deliklerle oynarken aklına gelip yanındaki arap bacıya şu makası ve geçen gün icat ettiğim uzun yassı zımbırtıyı al gelde şu tırnaklarımlabir oynayalım mı demiş acaba. Biz neden bunu bir ihtiyaç olarak görüyoruz ki. Çok saçma geldi, birden tiskindim kendimden.

* Okumak istediğim 100 tane kitap var ve sürekli artıyor. Üstelik zamanım gittikçe azalıyor. Ben de emzirirken, bir yandan Ela ile oynarken, tuvalette otururken, iki kişi yemek yememiz mümkün olmadığından tek başıma yemek yerken, bazen bir yandan birşeyler seyrederken, kusarken, susarken, arabada beklerken, doktorda beklerken, her fırsatta elimdeki kitaplardan 1-2 sayfa okumaya çalışıyorum iyice kafam tombala oldu. 3 kitap takip etmeye çalışmak, yanında 2 çocuğun hangisi ne zaman yedi, kim uyudu, kim ayakta, kim kime tepik atıyor, hangisi çişini nereye yaptı, hangisi nerede, şurda düşen sümük kimin takip etmeye çalışmak ne demek biliyormusunuz siz..

* Ben kendimi bildim bileli bu ülkede Serdar Ortaç diye bir çakma koreli var. Ve aynı şarkıyı 342. kere yaparak hala para kazanıyo. Bir şarkının melodisi başlar başlamaz Serdar Ortaç'ın mı anlarım. Siz de anlarsınız. Bi dinleyin bakın adam son 15 yıldır aynı şarkı, aynı danslar ve arkada değişen aynı kız tipi ile hala satıyor. Çok büyük başarı bence. Arkadaki kızların taklidini en yakın istasyonda sorun, belki yaparım.

* bugün kuayförde bi teyzenin sözlü saldırısına uğradım. Benden önceki bayanı beklerken üstelik de randevum varken "acelem var hemen bir kaşlarımı aldırıp gitsem" diye sordu bana. "Olmaz dedim zaten 1 saatim var". Evde bebeğim bekliyor bile diyemedim bir sürü laf saydı bana, allah bana bir sakinlik verdi de onun çemkirmesine karşı çemkirmedim. allah kimseyi teyze yapmasın. ilerde birgün teyze olursam lütfen beni kendimin ve toplumun iyiliği için öldürün - çünkü artık o ben olmıycam, içime teyze girmiş olucak. Zira ben şu anki halimle yoga yapmama bile gerek olmayan sakin bir kişilik oldum. Hem ne yogası benim çakralarım hiç tıkanmadı ki. içinde teyze geçen söz :
geçen gün bi teyze gördüm, o kadar büyüktü ki etrafında üç küçük teyze dönüyodu.

* eskiden şehrazat 1 tl olacak diye dalga geçtiğimiz kadını bugün tv'da başka bir dizide gördüm. O ören bayan saçlarını değiştirmiş, onun adına çok mutlu oldum.

* Oh çok şükür duş alırken bile terlediğimiz o manyak yaz bitti. Oh beeee, sonunda insanların yüzü asılmaya, benim ise yaşam sevincim geri gelmeye başladı. Havalar soğudu, hortumlar falan çıkıyor. Kaloriferleri bile yakmaya başladık. Mis gibi. Ekim, Eylül'den de güzelmiş:) Bazılarınız bana kıl oluyor farkındayım.

27 Ekim 2010 Çarşamba

Alternatif Anne Trendus Ödüllerinde

Bizim Alternatif Anne şimdi de Trendus Ödüllerinde.. Ben aday olmadığım için şansı çok yüksek:) Şaka bir yana bunlar yarışmacılar ve burdan oy da verebilirsiniz..

Destekde bulunduğum bu oluşumun büyüdüğünü görmek çok hoş benim için.

P.S: 40'ımız bitti, kim tutar bizi. Günler çok yoğun geçiyor, elim değince yazıcam..

22 Ekim 2010 Cuma

Dozaj Filesi

* Zaman çok kıymetli benim için. Daha da hızlandı. Eğer Ela evde yoksa (anneannesinde veya bababaanesinde, babasıyla dışarda veya Eliso'nun peşinde tüm manyaklıklarını bu insanlara yapıyorsa), Ece de uyuduysa benim için zaman hızlanıyor. Tuvalete bile gitmek zaman kaybı. Ama idrar yolları sistemim bana gıcık oluyor olacak, son gaz çalışıyor habire su içip tuvalete gitme döngüsündeyim. Hangi su ile süt yapıyorum inanılmaz. Bu zamanda napıcağımı bilemiyorum, gözümden uykunun feri aktığı halde acaba izlemediğim hangi diziyi izlesem (cocanın 8 dizi falan gerisindeyim), internetin başına geçip yazı mı yazsam, okumak istediklerimi mi okusam, maillerime cevap mı yazsam, kitap mı okusam (gerçi emzirirken kitap okuyabiliyorum). Bünyem şaşırıyor, sonunda herbirinden yarım yarım birşeyler yapıp bu süperleme vakti tamamlıyorum.

* Hönkürmek istiyorum. Coca'nın işlerinin yoğunlaşması ile, bana da iş gelmesi ve yardımcı kadının melmeketine gitmesi (bu da yetmezmiş gibi doğru durmamış ihtiyar anası öğrünü böğrünü kırmış dönecek mi belli bile değil), üstüne bir de dikiş yerimin enfeksiyon kapması ve çocuklara bakmak bir yere dursun benim bakıma ihtiyacımın olması, Ela'yı babaannesi oyalar diye düşünürken hem kayınannemin hem kayınbabamın hastane işlerinin ufukta vücud bulması aynı zamana denk geldiler. Allah annemden razı olsun kadın 5'i biryerde hepimize birden nasıl bakıcak kolu bacağı tutmuyorken bilemiyorum. Doktorlardan ricam tıp gelişti anamı biyonik kadın yapın.

* Yarın Ela'yı MyGym'e deneme dersine götürüp kendisiylen "Ela Mygym Pusu"'yu çekicez. Bu seneki maceralarımız bakalım nasıl vuku bulacak. Zira kendisi geçen seneki gibi yürüyen bir ceylan değil. Bu sene 15 kaplan gücünde bir fantom. Şu sıra kendisinden 2 yaş büyük çocukları bile ağlatacak kapasitede itiş ve kakış gücüne sahip hiç susmayan ve bunun yanında "onla konuşma, bunla konuşma sadece benle konuş" diye sizin etrafınızdakilerle tüm iletişim yollarınızı da kapattıran bir organizma.

* Dexter izlemek caiz midir? Orucumuzu, abdestimizi bozar mı? Lost'un bizleri hayalkırıklığına uğratan bitişinden sonra artık mistikoğlu dizileri favori listemde 1 numaraya oturtmamaya karar kıldım. Ne o öyle 6 sene seyret, bel bağla öff hayatımın şokunu yaşatacak bana diye um dur. Ne olduğu bile anlaşılmaz, seyirciyi kafa karıştırmak suretiyle (kimse birbirine salak görünme riskini göze alıp ne demek diye soramaz) oyalayan bir sonla bitir. J.J. Abrams, Alias, Lost ve o ne idüğü belirsiz canavar filminden sonra seni sildim haberin olsun. Ha ne diyordum, bu seneki favorim Dexter'dır kardeş. Konu belli, baş rolde kan var ama abicim bu kadar mı heyecanlı işlenir. Başrolde de çok afilli bir abi oynuyor. Ailecek hastasıyız kendisinin (yalan). Ben ki kana bakmaya dayanamam, cocam bile "hayret sen bu diziyi nasıl seyrediyorsun" diyor. Şimdi "ulan bu kadın yıllardır vampirdi, kandı filmlere gitmezken beni mi yiyordu" diye düşünüyor olabülü. Belki de ben değiştim sayın zarif kocam. Belki kan artık ilgimi çekiyor. Anneliğin getirdiği birşey belki, çişe, kakaya, sümüğe, kusmuğa bakmaktan miden herşeyi kaldırır oluyor. Masumluğumu kaybettim herhalde. Of Dexter, bence uzun yıllar izleyelim seni.

* Türk dizilerinde neden herkes konakta, yalıda oturuyor anlamıyorum. Normal apartıman dairesinde oturan aile yokmu bizim ülkemizde. İstanbul'un yalılarını pazarlamak için yeni bir yöntemmi ki.

* Cocam, Ece doğduğundan beri evde çeşitli yaş, ebat ve kaprislerde 5 dişi insanla birlikte yaşıyor. Herkesin arazı da başka. Birisi yenidoğan bunalımında ara sıra ne olduğunu anlayamıyoruz ağlıyo, 2 yaş civarı olan zaten ilk ergenliğini yaşıyor en kaprislisi o, bir tanesi lohusa, ameliyatta aldığı anestezi ile beyin hücrelerinin bir kısmını daha kaybetmiş olmanın etkisiyle hem salak hem de neyle hangi duygusal tepkimeye gireceği belli değil, bir tanesi kendi yapmak istediği işin sıralamasını bozup araya iş sokarsan arızaya bağlayıp surat yapıyor (sanki patron o), biri de zaten dengesiz bir ruh yapısına sahip olduğundan ne zaman ne yapıcağı belli değil. Cocamın doğum sonrası depresyonuna girmesinden ölesiye korkuyorum:) Arasıra Ela'yı alıp babaannesine götürmesinden bizi böl ve yoket sistemiyle alaşağı etme planı olduğunu anlamalıydım zira.

* Bizim yardımcı bağyan Eliso bir manyak. Sovyetler dağılıp bunlar parça pinçik olunca savaşlarla yaşadığı çok belli. Bugün farkettim evdeki erzak yarıya inince bitiyor deyip listemize yazıyor. Mesela tuvalet kağıdı daha 8 tane varken bitti listesine tuvalet kağıdı yazıyor. Deterjan daha yarım kutu varken bitti diyor. Dolapda hiçbirşey kalmadı diyor, baya birşey oluyor. Savaş kıtlığı bu kadını baya bi etkilemiş sanırım, herşeyimiz bitecek bir daha alamıycaz sanıyor. Bir de çok düzenli, çok temiz ama eşyaları her seferinde başka yerlere koyuyor, kafam zaten 500'dü 1000 oldu sayesinde. Sürekli birşeyleri hatırlamaya çalışıyorum.

* Annem de ayrı bir manyak. (Böyle dediğimi duysa "Aferin kızım, anneye manyak de" derdi) Doktor gözüne dayanabileceğin sıcaklıkda suyla pansuman yap demiş. Yaktı gözünü demin gözümün önünde.

* Rejim ve spor iyi gidiyor. (Yalan) Ece'nin hamileliğinden üstümde hiç kilo kalmamasından kelli kendime güvenim gereksizce oldu sanırım. Fit Anne olarak 3 haftada başarılı bir şekilde 489 gr verebildim:) Resmen süzüldüm diyebilirim. Ebru Şallı ile silüetimiz yine birbirinin aynı. Bu kadın neden benimle yarışıyor anlamış değilim.

* Tam 2 saattir bilgisayarın başındayım çalışmak için. Yemin ederim kaytarıyorum. Yazı yazıyorum, sağa sola bakıyorum. Sanki işyerinde kaytarıyorum. Salak 2 tane velet var. Yarın büyük eve dönünce, küçük de ağlayınca görürsün sen çalışmayı. .ıçını kır otur çalış da para kazan dimi. Malım ben mal.

Biz çıkamadık, Doğa'yı eve çağırdık.

Cinslikleri ile bilinen bir aileyiz biz. Hiç üşenmeyiz evin ortasına botu açarız veya çadırı kurar kamp yaparız. Unları evin orta yerine döküp kızımızın oynamasına açarız. Çok geniş insanlarız, hiç olmazımız yoktur herşeye açıkızdır. 50 kişi ile aynı konakta tıklım tıkış yatarız. Kalenderizdir, lüks aramayız. Eğlenelim, doğaya yakın olalım, koşalım, zıplayalım, hoplayalım, yeter bize.

Geçen hafta sonu elektriklerimiz gitti. Sıkıntıdan patladık. Evdeki çadırı kurduk salona, kamp yapma oyunu oynadık. Ben hatta uyku tulumunun içine girip çadırda biraz kestirdim. Ela, girdi çıktı, bebeklerini içine taşıdı, bu dev çadırla baya eğlendi. Umudum 2 sene içinde bahçede veya sahilde kızlarla bu çadırı kurmak. İşte o zaman keyif benim olucak.

19 Ekim 2010 Salı

Boy Boy Bebeklerim Var!

Fotoğrafda görülen iki solucan benden çıktı. Evet gerçek anlamda karnımda büyütüp şıftırttım onları dışarı. Sonra solda gördüğünüzden anlaşıldığı üzere bir daha kontrol edemiyorsunuz, sizden çıkıp fışkırmaya başlıyorlar arşa doğru. İşte aralarındaki 2 sene fark gözle bile görülüyor. Büyük olan kadraja bile sığamamış tamamen. Ama ikisi de çok tatlı. 2. de fırladıktan sonra bir bakıyor anne insan aşkı 2 ile çarpılmış. Hayır hayır toplamda aşkı 5 e falan katlanıyor. İşte kundaktaki 1 aylık minik solucan ve 27 aylık büyük solucan..

27 aylık büyük solucan, baya alıştı kardeşine. Heryere Ece de gelsin istiyor. Bana da yapıştı, tuvalete bile benimle geliyor. E ben de çok sık Ece kucağımda olduğu için 3 ümüz yapışık komik görüntüler veriyoruz. İkisini aynı anda emzirdiğim oluyor. Ece'yi başkasına ver beni kucağına al dediğinde tepeme çıktığı oluyor. Ama totalde sakinleşti Ela. Sadece bizden ayrılmak istemiyor. Arızası tavana vurmuştu ki kendi kendine oyunu ve hayali oyunu öğrendi Ela. Bir anda dalıveriyor bebekleriyle konuşuyor konuşuyoor. Onları çişe tutuyor, uyutuyor ama hiç yemek yedirmiyor:) Hayvanlarına ve bebeklerine isim koyduk. Biraz rahatlattı bizi. Ben tavşanı nana'dan duymuş gibi yapıyorum, Ela bir havucu bitiremezmiş diyorum. Ela havuç yiyor. Sendromlarla başa çıkmak için birebir. Oyuncakları ile konuşmak. Neyse Ela'nın gelişiminde yeni bir sayfa açıldı bu oyun stili ile. Daha bağımsız olmaya başladı tam da ihtiyacım olan şeydi bu şu anda.

Küçük solucan ise 1 aylık oldu. Bugün Elif de yazmış. Kardeşlerin biri zorsa öbürü kolay olurmuş. Ela gibi zor bir bebekten sonra Ece melek gibi, inşallah dediğmi yutmam ama koyduğun yerde duruyor. Hele Ela'nın kolikliğinden sonra Ece çok az ağlayan bir bebek. Dün dışarı çıktık tüm gün pusetinde takıldı, uyudu uyandı. İnanamadım. Ela bu kadarken bile uyumuyorsa ağlardı. Daha fazla uyanık artık. Etrafına bakınıyor. Sesler hoşuna gitmeye başladı, gülüyor. Onun dışında geceleri de uyuyor. Toplamda 1 kg almış, beslenmesi de iyi.

Bizde durumlar böyle. 40'ımızın dolmasına 1 hafta kaldı. Ve ben çok evde durmaktan fena halde daraldım. Allah sağlık versin ama 2 kızımla ipimizi koparmak isteğinde ve niyetindeyim. Bizi aktiviteye çağıran:)

15 Ekim 2010 Cuma

Lohusa İnsomniası

Dün gece lohusalık insomniam geri döndü. Ela doğduktan sonra birkaç gün uyumamıştım sonra bitkisel bir sakinleştirici ile beni uyuttular. Bu seferki bir gecelik birşey sanırım. Ama garip şeylere duygusal durumu değişebiliyor insanın lohusa iken. Neyse çoğu zaman gece kalkmak zorunda kaldığım ve sabah da erken kalktığım için yatağa erken yatıyorum ve insomnia durumunda olsam bile bu durumu yapmaya devam etmeye çalışıyorum hatta saatlerce tavana bırakmam gerekse bile. Bugünkü problemim Life isimli BBC belgeseline denk gelmiş olmam ve yatak saatimi vahşi bebek keçi tilkiden kaçabilecek mi veya deniz yılanları nasıl ürüyor diye izlerken geçirmiş olmam. İnsomniamla birlikte lohusa manyaklığım vurdu diyebilirim.

Neyse geçen akşam "Life"'ı izliyordum ve bir Komodo Ejderi bir su Bufalosunu ısırdı ve zehirden düşene kadar onu 3 gün boyunca izleyip, taciz etti sonra Komodo ve arkadaşları birkaç dakika içinde onu yediler. Koltukta yan düşüp, sadece kendi işiyle meşgul olan ve o manyak Komodo Ejderi gelip onu ısıran ve açı çekerek ölen ve arkadaşları ile birlikte ejderin onu yediği su bufalosu için ağladım. Nasıl yani? Bir reklam boyunca ağladım ve sonra belgesel yeniden başladı ve bu sefer de boynuzlu kertenkeleler vardı. Kertenkeleleri severim ve oturup bir de onları izledim. Baya geç oldu bu sefer Ece uyanır zaten diye uyuyup uyumamak konusunda kararsız kaldım. Bu sefer Ece uyandı tekrar uyuduğunda uykum iyice kaçmştı. Bu sefer Dinazorlu birşeyler seyrettim. Allahım gece tv'de çok saçma şeyler oluyor. Ya belgesel, ya konuşmaları o saatte anlayamayacağım kadar karışık tartışma programları veya izlemediğim bir sürü saçma sapan dizinin tekrarı. Ben de hayvanların dünyasını izleyip üzülmeyi tercih ediyorum. Olimpiyatlar olsaydı keşke insan birşey düşünmeden izleyebiliyor. Bu lohusalık acaip birşey napıcağı belli olmuyor. Bir de üstüne sabah senin gece uyuyup uyumadığını umursamayan bir 2 yaş canavarı varsa evde, artı bir de burnunuzdan sümükler akacak kadar gripseniz düşünün durumu. Ona göre bana bugün kimse bulaşmasa iyi olur.

13 Ekim 2010 Çarşamba

Tam zamanlı "Köle"Yim.

Tam zamanlı bir işinizin olmasının zor olduğuna hiç şüphe yok. Fakat, çocuğunuzla evde kalmak en az bu iş kadar zor. Hatta belki daha zor. İşte evde durmanın neden zor olduğunun en önemli 10 nedeni.

10. "Patronunuz/patronlarınız" hastalık izni kullanmanıza izin vermezler.

9. 60 saniyeden daha uzun süren banyolar yapmanıza izin yoktur ve hatta bazen tesisleri kullanırken size bir refakatçi eşlik edebilir.

8. "Patronu" memnun etme çabalarınıza rağmen bazen yoğun çabanız gerçek anlamda yere atılabilir.

7. İş tanımızın çok ötesinde işler yapmanız talep edilebilir, örneğin başaşağı çizim yapmak veya küçük bir keseyi sırtına asmanız gibi.

6. Çoğunlukla "patron" size belirgin herhangi bir neden olmaksızın bağırır.

5. Çok sık olarak bir işin ortasında başka bir iş yapmak için bölünürsünüz. Hem de sözlü ve fiziksel tacizlerle.

4. Bazen "patronunuz" kahve masasının üstünde tek ayakla ve çıplak bağırmak gibi garip davranışlarla karşınıza çıkar ve inmek için rehine kurtarma uzlaşması konuşmasından daha aşağısını kabul etmez.

3. İşten önce duş almanıza izin yoktur.

2. "Patronunuz" anlaşmayı, uzlaşmayı ve tavizi sevmez.

Ve bu işin zor olduğunun bir numaralı nedeni ise:

1. Mesai saati ve çay molası diye kavramlar yoktur. 7/24 çalışmak zorundasınız.

Bu yüzden işe gidip dinlenen anneler hiç yoruluyorum demeyin.

12 Ekim 2010 Salı

Yeni Bir Dönem

İnsanlar çoğunlukla bana," Esra, Nasıl bu kadar parlak yazılar yazıyorsun" diye soruyor ve bir cevabım yok, çünkü parlaklığımın kapsamı sıradan bir coşkunun karşısında asil bir sessizliği koruyarak açıklanabilir.

Tamam, kimse bana nasıl böyle parlak yazılar yazdığımı falan sormuyor ama yine de anlatacağım çünkü işte bu kadar cömertim. Belki bunun için bana daha sonra teşekkür edeceksiniz, çünkü bu blogda daha önce bu blogda hiç ilginizi çekeceğini düşünmediğiniz ama şimdi bildiğinize memnun olduğunuz çok şey öğrenmediniz mi? (Hiç sanmıyorum) Evet biliyorum. Ben dünyaya bir eğitmenim.

Hamileliğimin ve sonra yeni anne olmanın verdiği geçici duygu yüklü durumum dışında öncelik olarak eğlenceli şeyler yazarım çünkü eğlenceli şeyler yazmak çok eğlenceli. Dünya şimdi ve önceden de çıldırma yoluna girdi, yani ya eğleneceğiz ya da çıldıracağız. Her iki şekilde de bundan sonraki 20 milyon yıl içinde dünya güneşin üstüne düştüğü zaman hepimiz ölmüş olucaz. Yani neden eğlenmeyelim?

Özellikle hayattan da yazılar yazıyorum, çünkü gerçek hayattan insanlarla eğlenmek karakter yaratıp onlarla ilgilenmekten daha kolay. Ben kendi karakterimim, en kolay hedef olacak kişi ve tuhaflıklar ve küçük manyaklıklar için ilk bakılacak yer. Kendinizi hedef alırsanız mizah daha iyi çalışıyor çünkü kendi kendini küçültmek salak gibi görünmeden yabancıların manyaklıklarından faydalanmanızı sağlıyor. Bir kere kendinize salak ve tembel derseniz, bunu başka insanlara da diyebiliyorsunuz.

Hayat tüm materyalimin kaynağı olduğu için, sürekli bir sonraki hikayem için arayışdayım. Bana olan olaylar, arkadaşlara olan olaylar, trendeki yabancılara olan olaylar. Bazı aktiviteler anlatmak için yeterince değerli olsa da - heryerde mizah arıyorum, gülebileceğim saçma bir olay olacak sonra bilgisayarıma koşup size anlatacağım.

Muhtemel hikaye olabilecek herşey size yazı yazmak için çok malzeme veriyor ama kafayı da çok meşgul ediyor. Hayatımı olayların bir serisinden daha çok kısa hikayelerin bir kolleksiyonu olarak görmeye başladım. "Bundan harika bir hikaye olur, nasıl biteceğini çok merak ediyorum" derken bir bakıyorum çok abuk subuk bir olaydan bahsediyorum. Yazmak hayata bakışımı değiştirdi, hayatı yaşamamı bile değiştirdi. Sonunda benim de bu hayatta sevdiğim ve sahip çıktığım bir hobim oldu. Sürekli aklımda başladığım hikayeleri bitirmek için hayal gücümün çalışmasını bekler oldum.

Delice mi? Evet. Komik mi? Kesinlikle.İşte yazılarımda yeni dönemin konuları böyle olsun.

7 Ekim 2010 Perşembe

Eskilerden Bir Diyalog

Beni tanıyan herhangi biri annemle paylaştığım denklemin nasıl olduğunu bilir. Bakalım bizim çocuklarla diyaloglarımız nasıl olacak.

Eskilerden bir örneğini hatırladığım şu diyalog herşeyi anlatıyor:

Ben: Anne?
Annem: Hmm?
Ben: Burnuma piercing yaptırmak istiyorum.
Annem: Hmm.
Ben: Ne?
Anne: Ne?
Ben: Bu evet mi hayır mı demek?
Anne: Bu bir hayır.
Ben: Ne zamandan beri hmm hayır demek?
Anne: Dünden beri.
Ben: Anne lütfen.
Anne: Hayır dedim.
Ben: Tabii ki, hayır dedin. Başka ne dersin ki, sen...
Anne: Benimle böyle konuşma.
Ben: Peki, Afedersin.
(Ara)
Ben: Anne?
Anne: Şimdi ne var?
Ben
: Lütfen, Ne istersen yaparım.
Anne: Tamam. Bu sömestir en yüksek notları getirmeye ne dersin? (Ara)
Ben: Ondan başka ne istersen.
Anne: Tabi ki olmaz. Ben söyleyeceğimi söyledim.
Ben: Ama bu haksızlık! Olamayacağını biliyorsun!
Anne: Nedenmiş peki?
Ben: İstemiyorum! Yani, Yapamam ki! Anne, lütfen ya.
Anne: Zamanını boşa harcama.

Sınavdan dönmüşüm
Ben: Selam
Anne: Sınav nasıldı?
Ben: İyi
Anne: İyi mi? Neden iyi? Neden çok iyi değil?
Ben: Yaaaa...Çok iyi.
Anne: Ama neden süper değil?
Ben: Öff Anne, Muhteşemdi tamam mı.
Anne: Neden bu kadar rahatsız oldun? Sınav iyi değildi dimi? Tabii canım. Sınavdan 2 saat önce çalışmaya başlarsan, olacağı budur. Sana söylemiştim. Her zaman söylüyorum ...... bla bla bla
- 2 saat sonra -
Sınavım gayet iyi geçmiş olmasına rağmen o savaş yüzünden nerdeyse gözlerim yaş içinde ve yorgunum.

Akşam babam işten döndüğünde
Baba: Sınavın nasıl geçti?
Ben: Gayet iyiydi.
Baba: İyi iyi. Bir sonrakine çalıştın mı?
Ben: Evet hemen hemen. Az birşey kaldı.
Baba: Devam et. İyi çalış. Beni gururlandır.
Sınavım iyi geçmesine rağmen kendimi suçlu hissettirirdi.


Geç saatlerde bir sonraki sınav için çalışırken
Kardeşim: Sınav mı var.
Ben: Hı hı
Kardeşim: İyi

5 Ekim 2010 Salı

Ünlüyüm Ben.

Ece, 10 günlük

Telefonum sürekli çalıyor. Bu kötü birşey değil çünkü inanır mısınız sıkılıyorum. Bebeğiniz hala uyku döneminde olup da sürekli emip uyuyorsa büyük de sürekli anneanne ve baba tarafından gezdiriliyorsa sıkılıyorsunuz. Bu dediklerimi yakında yutucam biliyorum. Çünkü Ece daha çok uyanık kalıcak, Ela da kaldırma yasaklarım bitince başıma çıkıcak işte o zaman sıkılmak neymiş diye düşünücem. Ama şu an gerçekten boş zamanım var. Haa asıl konuya dönelim, sürekli telefonum çalıyor. Bu anne camiasından ne kadar çok 2. çocuğu isteyip de cesaret edemeyen varmış kardeşim. Size bir tüyo vereyim, hepiniz istiyorsunuz ve çeşitli nedenlerden cesaret edemiyorsunuz. Her gün 2 çocukla o gün neler yaptığımın raporunu birilerine veriyorum. Ünlü olduk kardeşim ailece. Bu zamanda evdeki çocuk da 2 yaş sendromunun doruğundayken 1 çocuk daha doğuran aile. Neyse acaip uzattım, dedim ya vaktim bol:)

Ben de karar verdim burdan sık sık neler oluyor, canlı yayın yapacağım. Gelelim şu sıralar bizim evde neler oluyor.

Ece, şimdilik çok sakin bir bebek. Onun için uyguladığım rutine çok çabuk cevap verdi. Sanırım o da artık düzenini öğrendi. Ela'ya kitap bebek derdim, Ece melek bebek çıktı. Memesini emiyor ve bir problemi yoksa biraz takılıp uyuyor. Gece de bir 4 saat, bir 3 saat kesintisiz uyuyor. Onun dışında uyanıp biraz uyanık kalıp uyuyor ama genel olarak bana gece uykusu da uyutuyor. Ela'da da olduğu gibi henüz uykusuz kaldığımız gece olmadı. Tabii ki bu değişebilir çünkü Ela'da 3. haftada başlayan kolik problemimizle 12. haftaya kadar kabus günler yaşamıştık. Ece 3. haftasını doldurup 6. haftaya doğru ilerlerken gaz veya kolik durumları anlaşılacak. Umuyoruz 3. ayına kadar ki dönemi rahat atlatırız.

Herkesin merak ettiği Ela'ya gelince. Ela benden daha iyi yönetiyor durumu. Çocuğun psikolojisi bozulacak diye çok endişelenmiştim ama artık kızımı iyi tanısam iyi olur. Ela değişikliklere çok çabuk alışan bir çocuk olduğunu bu yaz kanıtladı bize. Taşınmalar, yeni bakıcı ve en son bebeğin gelmesi Ela'yı çok kısa sarsıyor ama çabuk toparlıyor. Güçlü bir psikolojisi var, çok çabuk kabulleniyor. Hatta benim onu kucağıma alamamamı bile ben nerdeyse ağlayacak durumda düşünürken o "senin yaran var, babam gelsin" diyor. Kabul ediyorum Ece'nin gelmesinden hiç etkilenmedi diyemem. İlkbir hafta çok problemliydi. Çok ağladı, çokca "annemi isterim" dedi. Bolca Ece'nin yatağına yatmak istedi. Evden dışarı adımını atmak istemedi ama şimdi çok daha iyi durumda. Benim beklediğimden daha çabuk. Artık Ece'nin kapısının önünde ağlamıyor. Ece ağladığında, "anne meme ver, acıkmış" diyor. Hele Ece uyuyorsa ve ben onunla vakit geçiriyorsam çok eğlenceli oluyor. Ama şu sıra Ece'den bağımsız 2 yaş sendromumuz tavan yapmış durumda. Gerçi bir ara çişini bolca kaçırıyordu bilerek onu yapmıyor ama kendini yere atmalar, inatlar, yemek yememekler çok üst düzeyde. Ama diyorum ya Ela benim beklediğimden çok çook daha iyi durumda. Tabii ki o da bebek ve hergünümüz değişebilir ama ilk kardeş arızamızı atlattık. Ece'nin kalıcı olacağını anladık. Sanırım kreşe gitme konusunda reklama başlayabilirim artık.

Siz bunu sormuyorsunuz ama ben anlatacağım. Bir süre kocanızı unutun. Çocuklara birebir markaj durumunda olmaktan yakın olmayı bırakın doğru düzgün konuşamıyorsunuz bile. Biz gün içinde internetten konuşabiliyoruz:) Küçük bebek ister istemez size yapışık oluyor, en azından ilk 3 ay. Büyük de haliyle babanın uydusu haline geliyor. Gerçi benim coca gece Ela uyurken Ece'yi seviyor. Birbirimizle ilgilenecek vakit ne yazık ki yok. Her durumda olduğu gibi bu da normalleşecek, ama bir süre bizim birbirimize vakit ayırmak için fırsat yaratmamız gerekecek. Sohbet etmek için bile. Bunun da güzel tarafları var aslında. Düşünürseniz ne demek istediğimi anlarsınız.

Bana gelince, çok garip ilk doğumdan sonra olduğumdan çok daha çabuk toparladım kendimi. İlkinde hafif depresyon, insomnia, kendinde olmama durumları yaşamıştım. Uzun süre iyileşemedim, cocanın ilk 3 ay yurtdışında olmasından da kaynaklanan bir psikolojik desteksizlik haliyle çok zor günler geçirdim. Bu sefer durumlar daha zor olması gerekirken, allah gücünü veriyor sanırım, ben çok daha iyiyim, kuvvetliyim. Psikolojim iyi. Deneyimin de vermiş olduğu rahatlıkla yenidoğana çok rahat bakıyorum. Hatta onu uyutup öbürünü yedirip uyutup tekrar uyanan küçüğü emzirip uyutup sonra kendime 1 çay içecek vakit yarattığımda bile off'lamıyorum. Herşey bakış açısı. Ama şunu da kabul etmeliyim, allah imkanı olan herkese yeni doğum yaptığında bir yardımcı versin. Sabah kalkıp bebeği emzirdikten sonra kahvaltının hazır olması, banyoya ihtiyacın olduğunda bebeği kucağına verip sıcak bir suyun altına girebilmek büyük nimet. Dediğim gibi imkanınız varsa hiç düşünmeyin. Biz ki evin borcunu öderken ve ben de çalışmazken imkanlarımızı zorluyoruz ama inanın değer. En azından kendinize gelene kadar.

İşte bizden şimdilik bu kadar ara sıra yazarım, biliyorum çoğunuz 2 çocuk durumlarını merak ediyorsunuz. Bence korkacak birşey yok. Ben hep söylüyorum bu günler geçici. Bana cesaretli diyenlere de tek sözüm var, ben kendimi öyle görmüyorum çünkü ben hiç tereddüt etmedim. Ela'yı doğurduğum günden beri bir tane daha diyordum.. Şimdi evde 2 bebek olmasına inanamıyorum, onlara bakıyorum bakıyorum aşkım daha da artıyor o ayrı.

4 Ekim 2010 Pazartesi

Dünya Çocuk Günü



"Sırf onlardan daha yaşlı ve daha güçlü olduğun için ne olduğunu, nereye ulaştığını, iç dünyadaki konumunun ne olduğunu hiç düşünmeden onu tıpkı kendine benzetiyorsun. Sen bir zavallısın, ve çocuğunun da aynı olmasını mı istiyorsun?

Ancak hiç kimse düşünmez; aksi takdirde insanlar küçük çocuklardan öğrenirlerdi. Çocuklar öte dünyadan o kadar çok, pek çok şey getirir ki çünkü onlar çok yeni gelmişlerdir. Onlar hala rahmin sessizliğini, varoluşun kendi sessizliğini taşırlar."
OSHO - Çocuk kitabı'ndan

Bende 2 tane var, sende 1 tane. 1'ini zor büyüten var, 7'sini sokakta büyüten var. Her sene doğuran var, 40'ında ilkini doğuran var. Doğurduktan sonra öldüren de var, hasta olmasın diye dışarı çıkarmayan da var. Çocuklar gerçekten geleceğimiz. Gelecek nesillerimiz ve onlara karşı sorumluluğumuz çok büyük. Geleceklerinden biz sorumluyuz. Nasıl bir dünyada yaşayacaklarından biz sorumluyuz.

Bugün "Dünya Çocuk Günü"'ymüş. Neden Anneler günü, Babalar Günü gibi yaşanmıyor. Kutlanması, hatırlanması gereken bir gün varsa bu o gün işte. Çocuklar toplumda çok rahatsız yaşıyor. Kendi boyutundan büyük lavabolara asılmak zorunda kalıyor, sokaklarda, marketlerde herşey büyükler için. İçine düşecekleri kadar büyük tuvaletlere oturmakta zorlanıyorlar. Başka aletler kullanmak zorunda kalıyorlar. Her restoranda, alşveriş merkezinde çocukların boyuna uygun tuvalet ve lvabo olmalı. Bunlar daha ne ki; çocuklar Şiddet, cinsel taciz, ekonomik istismar, kaçırılma, zorla çalıştırılma, eğitim kalitesinin düşüklüğü ile büyüklerin hayatında çok zor hayatlar geçiriyor.

İşte bazı gerçekler. Ülkemizde son 10 yılda özellikle okul öncesi çağdaki çocuklara uygulanan şiddet %20 artmış. İnanılmaz bir rakam.

Çocuk ihmali ve istismarı vakalarında artış olmuş bunlardan en çok görüleni ise cinsel taciz. Evet kadınlara değil, çocuklara.

Son 5 yılda 1659 çocuk kaçırılmış. Siz de paranoyak oluyor musunuz?

4000 çocuk sokakta yaşıyor. Evleri yok, içecek temiz suları yok. Anne, babaları yok. Sizin de damlalar oluştu mu gözünüzde.


8000 çocuk sokakta çalışıyor. Siz de çocuğunuz ders çalışsın hiç bir iş yapmasın diye odasına meyve taşıyor musunuz? Benim annem yapardı.

Dünya'da 2 milyon çocuk HİV virüsü taşıyor. Neden? Doğuştan..
15 milyon çocuk HIV yüzünden annesiz, babasız yaşıyor..

Savaş'da büyüyen çocuklar......

Biz kardeşi geldi diye psikolojisini düşünmekten kendi psikolojimizi bozmak üzereyiz. Dünyadaki çocukların yaşadığı dramı görüyor musunuz? Ne yapabiliyoruz. Çoğu konuda hiçbirşey. Sadece kendi çocuklarımızı mümkün olan en sorumlu, en iyi şekilde yetiştirip kazandırabiliriz. Çocuk haklarının artması için elimizden gelen baskıyı yapabiliriz. Ama bunlar dışında savaşda büyüyen, yokluk içinde, temiz su bile bulamayan çocuklar için pek birşey yapamıyoruz. Kimsesiz çocuklar için, yardıma ihtiyacı olan çocuklar için ve UNICEF'e yardımda bulunalım sadece. Arada bir. Çocuğumuza bir pantolon fazla alacağımıza veya çocuğumuzun 2 ayda küçülen kıyafetlerini götürerek. Ne biliim herkesin elinden birşeyler gelir. Yeter ki sokaklarda büyüyen sümüklü çocukların görüntülerini daha çok aklınıza getirin.
Not: Kullandığım resimler en masum olanlardı. Irak ve çocuk kelimelerini birarada tarattım. Ben yaptım siz yapmayın. İnsanın kaldırma gücünün ötesinde. Çocuklarımıza iyi bakalım. Sabrımız azalınca bunları hatırlayalım. Hiç bu kadar karamsar bir yazı yazmamıştım. Aslında yazı kendini yazdı. Yapacak birşey yok.

Süt ve Kum

Sevgili Süt;
NE'sin sen??? Geçtiğimiz 33 yılı mutlu bir şekilde senin bir hilebaz olduğunu bilmeden geçirdim. Dün sonunda kendime "Yahu, bu süt ne ki?" diye sordum.

Seni google'a sordum süt. Google bana ne dedi bilmek ister misin? "Kolloidal Ayrışma" olduğunu söyledi. "İçinde çözünmeyen bir takım çerçöp olan su" demek. KULAĞA NE KADAR İĞRENÇ GELİYOR, BİLİYOR MUSUN? Ayrıca ineklerin memesinden geldiğin de cabası.

Gözüm üzerinde süt. Meyve suyu veya soda gibi herhangi bir içecek olduğunu düşündürerek beni kandıramazsın. Kahvaltılık gevreklere eklenme konusundaki doğruluğunu bile sorgulamaya başlıyorum. Bu sadece çözünmemiş bir yığınla dolu bir şeye, daha çok çözünmemiş yığın koymaktan başka birşey değil. Bu ilginç ve aslında izin verilmemesi gerek birşey.
Bu davranışın için bana uygun bir açıklama sunana kadar, sanırım seni boykot etmek zorunda kalacağım. İşin buraya gelmesine çok üzgünüm, ama ne yapayım sence süt? Tüm hayatım boyunca senin hakkında yalanlar dinlediğimi hissediyorum ve hiç de hoş değil.

Bir de tıp balonlarını patlatan doktorum Ahmet Aydın'ın da seninle ilgili yazdıklarını okuyunca (örnek veriyorum.. 1. bu yazı ve bu yazı en çarpıcıları) artık karizmanı nasıl düzeltirsin bilemiyorum.


Sevgili Kum;
Seninle tartışmak istediğim birkaç konu var. Oldukça saygıdeğer bir yüzeysin. Bunu inkar edemem. Fakat performansının bazı alanlarının geliştirilmeye ihtiyacı var.

Bahsetmek istediğim ilk konu ıslak yüzeylere karşı olan caziben.
Suda zar zor yürürken ve zar zor yürümenin bana yettiğine karar verip ayakkabılarımı ayağıma giymeye hazır olduğumda, kendimi bağdaşmayan bir bilmecenin içinde buluyorum: suyun kenarına kadar zar zor yürüyüp tek ayak üstünde durup tek ayağımı ayakabıya sokmaya ve ayakta durmaya hazır hale getirmek ve öbür ayağım için de aynı işlemi yapmak için kurutmaya mı çalışmalıyım? Yoksa zorla sert bir zemine kadar yürüyüp ayaklarımı ayakkabılarıma sokmadan seni ayaklarımdan temizlemek için elimden gelenin en iyisini mi yapmalıyım?

Her iki opsiyon da iyi değil, kum. Eğer ilk senaryoyu seçersem, hemen her zaman ayağımın suya düşmesi ile bir veya iki ayağımda ıslanarak bitiriyorum. Bu beni izleyenlere karşı idiot gibi görünmeme de sebep oluyor. Eğer ikinci senaryoyu seçersem, daha kötü bir seçenek seçmiş oluyorum çünkü herkes biliyorki ayaklarını ıslatmadan kumdan ayağını temizlemenin başka bir yolu yok ve bu da ilk senaryoya dönmeme neden olur tabii eğer küçük ayak duşlarından olan plajlardan birinde değilsem. O duşları kim icat ettiyse onu seviyorum. Aynı klimayı icat edene olan aşkım gibi. Mr. Air Conditioner.. I love you... Neyse, eğer ıslak zeminlere daha az ilgi gösterseydin, bu problem olmazdı. Lütfen bunun üzerinde çalışmayı düşün.

Seninle konuşmak istediğim bir sonraki konu da; senin üzerinde koşmak çok zor.
Bir katil tarafından takip edilmediğim sürece aslında çok da sorun değil. Ondan sonra işler riskli bir hal alıyor ama. Bazılarınız "bir katil tarafından izleniyorsan kumdan çık sen de" diyenleriniz olacaktır. Ama ya bir çöldeysem? O zaman? Yere yatıp parçalara bölünmeyi sonra gömülmeyi mi bekleyeceğim? Yani Kum, bu yüzden performansın konusunda çalışmalısın. Katillerden kaçarken her zaman senden basitçe kurtulamayabilirim.

Birşeyleri gömmekten bahsederken, sana bir delik açmak ne kadar zor biliyormusun? Kazdığım her kürekde sen kazdığım deliğin 3/4'ü kadarını geri dolduruyorsun - ki eğer kesirleri sana anlatmama ihtiyaç duyuyorsan - oldukça sığ bir delikle karşı karşıya kalıyorum, yani bu bir delikte olmuyor. Bilmem anlatabildim mi.
Bu küçük değişikliklerle, durdurulamaz olabilirsin. Herkes, her zaman senin üstünde olmak isteyebilir. Dünya yüzeyindeki en popüler yüzey olabilirsin - hatta çimden bile daha popüler çünkü çim de insanları kaşındırıyor, böcek falan da oluyor insan biraz ürküyor. Ama eğer bu problemleri çözebilirsen emin ol çime karşı birüstünlüğün olur.
Önerilerimi düşünmeni canı gönülden diliyorum ve hayata geçirir geçirmez üstünde dolaşmak için can atıyorum.

1 Ekim 2010 Cuma

Emzirme'nin Faydaları

Sürekli emzirmeyi ve kendi deneyimlerime göre bile ne büyük nimet olduğunu savunurum. 1-7 Ekim arası emzirme haftası. Bu sene emzirme daha bir bilinçle görülüyor, emziren anneler daha çok bunu önemsiyor. Emzirme Reformu'nu da gördünüz değil mi? Aşağıya Dr. Sears'ın sitesinden bulup çevirdiğim faydalı olacağını düşündüğüm bir yazıyı ekliyorum.. Herkes bebeğini emzirsin, herkesin sütü bebeğine yeter..

Emzirmek bebeğin vücudunun her bir parçası için önemlidir - beyninden bezli bölgesine kadar. İşte liste:

  • Beyin. Emzirilen bebeklerde daha yüksek IQ mevcuttur. Anne sütündeki kolesterol ve diğer yağ çeşitleri sinir hücresi gelişimini desteklemektedir.
  • Gözler. Emzirilen bebeklerin görsel keskinliği mama ile beslenenlerden dah yüksektir.
  • Kulaklar. Emzirilen bebekler daha az kulak enfeksiyonu geçirir.
  • Ağız. Bir yıldan uzun süre emzirilen bebeklerde diş düzeltmeye daha az ihtiyaç duyulur. Memeyi emmekten kaynaklaranan yüz gelişiminde daha gelişmiş kaslar olur. Anne sütü tadındaki gizli değişiklikler bebekleri çeşitli katı gıdalara hazırlamaktadır.
  • Boğaz. Emzirilen bebeklerde bademcik ameliyatı daha az görülür.
  • Solunum sistemi. Kanıtlar gösteriyor ki, emzirilen bebekler daha az ve hafif şiddette solunum sistemi enfeksiyonu geçiriyorlar, daha az zatüree, daha az grip ve daha az nefes darlığı.
  • Kalp ve dolaşım sistemi. Kanıtlara göre emzirilen bebekler yetişkin olduklarında daha düşük kolesterole sahip oluyorlar. Emzirilen çocuklarda kalp atış ritmleri daha düşük oluyor.
  • Sindirim sistemi. Emzirilen bebeklerde daha az ishal, daha nadir mide-bağırsak enfeksiyonu. 6 ay ve daha fazla sadece anne sütü alınması gıda allerjisi riskini düşürüyor. Aynı zamanda, yetişkinlikte Crohn hastalığı ve ülseratif kolit riski azalıyor.
  • Bağışıklık Sistemi. Emzirilen bebekler aşılara daha iyi cevap verirler. Anne sütü bebeğin kendi bağışıklık sistemini geliştirmesine yardım eder. Emzirme çocukluk kanseri riskini azaltır.
  • Endokrin sistemi. Diyabet geliştirme riski azalır.
  • Böbrekler. Daha az tuz ve proteinle, anne sütü bebeklerin böbrekleri üzerinde daha rahattır.
  • Apandist. Emzirilen çocuklarda akut apandist görülme olasılığı daha azdır.
  • Boşaltım Sistemi. Emzirilen çocuklarda daha az enfeksiyon görülür.
  • Eklemler ve kaslar. Emzirilmiş çocuklarda gençlik romatizması daha az görülür.
  • Deri. Emzirilmiş çocuklarda daha az allerjik egzema görülür.
  • Gelişim. Emzirilen bebekler 1 yaşında daha az kiloludur ve yaşamının ilerisinde obez olma ihtimali daha azdır.
  • Dışkı. Daha az kabızlık. Emzirilen bebeklerin dışkıları daha az kokar.