31 Mayıs 2010 Pazartesi

Nurturia'da Fotoğrafınızla Beni Yenin

Babalar günü için 1-19 Haziran tarihleri arasında Nurturia'da bir fotoğraf yarışması var.

Eşinin en "baba" fotoğrafını yükle, ona babalar günü hediyesi olarak Nintendo Wii hediye etme fırsatını yakala.

Sloganı bu. Ben kuzumla cocamın çektiğim en güzide fotoğraflarımdan birisiyle yarışmadayım. Eğer beni geçmek istiyorsanız siz de katılın. :)

Bu linkden de ulaşabilirsiniz. İyi eğlenceler.


30 Mayıs 2010 Pazar

24. Hafta Detaylı Ultrason

Bugünlere ne zaman geldik bilmiyorum. Zaman gerçekten hızla akıyor. Evdeki bir çocukla hamilelik geçirmenin zor tarafları da var ama hiç düşünecek vaktin kalmıyor. Taşınma yoğunluğu ile de akşamları yatağa sümük gibi yapışıveriyorum.

Geçen hafta içinde Elondor'un detaylı ultrasonu vardı. Bu iş biraz stresli. Adam gözündeki katarakta kadar görüyormuş, o yüzden insan bir şey söylermi diye geriliyor. Çok şükür Elondor'un organ gelişimleri, kalp atışları, herşeyi normal görünüyor. 24. Haftada 600 gr kilosu ve 30 cm boyu ile normal boyutlarda bir bebek gelişimi gösteriyor. Ela gibi son haftalarda bir atak yapmazsa ve ben de normal zamanda doğum yaparsam 3.5 kg civarında olması bekleniyor. Ama ablası gibi son haftalarda boğazına düşer 4 kiloya çıkarsa bilemem. Herneyse bu haftadan sonra artık benim durumum yani aldığım kilo, şişkinliğim, demir problemim, şeker olup olmaması daha çok takip edilecek. Çok şükür o kadar dilime doladığım Ebru Şallı'dan pek bir farkım yok. 24. hafta itibariyle 2.5 kg aldım. Yani hala -0.5'deyim. Bugün açıklama yapmış 20. haftada 1 kilo aldım diye. Ben de onun haftasında 2 kilodaydım. Neyse tabii onun yaptığı sporu yapabilsem onun gibi olurdum ama siz gördünüzmü bilmiyorum bebek neresinde onu çok merak ediyorum. Acaba nispeten daha çok yer olan beynindemi taşıyor. Benim karnım pört diye dışarı çıktı. Bir de 5 aylık hamileyken yaptığı pilates hareketlerini annem bir görse benim pazara gitmeme laf etmez herhalde. Acaip birşey denk gelirseniz bi izleyin ya da internetten falan. Ben gerçekten bebeği o mu taşıyor başka bir anne mi tuttu ona taşıtıyor soru işaretleri taşıyorum. Neyse anlatılmaz izlenir.

Bir diğer problemim de (allah başka dert vermesin), Elondor'un kafasının mesanemin tam üstünde olması ve bana çok sağlam bir tuvalet problemi vermesi. Tuvalet olmayan yerlere artık gidemiyorum. Ya da sıvı alımımı azaltmak durumunda kalıyorum ki bu da yaz için problemli birşey. Onun dışında çok şükür bir problemim yok. Hatta oldukça enerjikim. Bugün hamile ve çocuklu olarak pazara gittiğime annem çok şaşırdı. Ama evdeki işin yanında (taşınma ve tüüüm angaryaları) pazar hiçbirşey.

Elondor bize ilk kez yüzünü de gösterdi. Göstermekle kalmadı ya bize "barış" işareti yaptı ya da "V" işareti ile ziyaretçimiz olacağını söylemeye çalıştı. Aşağıya arşivden aynı haftada Ela'nın ultrasonunu bulup koydum, ilginç bir şekilde benzediklerini düşünüyorum ama tabii çok saçmalıyorum sanırım.

Elondor'a hala isim koyamadık. Aslında nedeni babasının son haftalara kadar opsiyonlarını açık tutmak istemesi. Yoksa ben artık 2 isime indirdim babasının kararını bekliyorum. İsimler mi? Şimdilik sürpriz olsun.

Ela - 23. Haftada

27 Mayıs 2010 Perşembe

AnkaRa'nın Otantik Yeri

Samanpazarı
Söyleyecek fazla bir söz yok. Yolumuz o tarafa düşünce ve eşimle sepet arayışında olduğumuz için kendimizi Samanpazarı'nda bulduk. Ankara'nın en otantik yeri burası. Buraya yolum düşmeyeli o kadar zaman olmuş ki. Düzenlemişler ve çok güzel olmuş. Çarşının bulunduğu yer gölgelik olduğu için gebeş bir insan rahat geziyor. Sonra sepetçiler, kumaşçılar, bakırcılar, boncukçular, baharatçılar, makramecilerin olduğu bir yer var. Bir kaç sokak ve bir meydanı var. Gezmesi çok keyifliydi. Hatta doktora yetişeceğimiz için biraz daha vaktimiz olsaydı o sokakdaki kahvede bir çay içmek, biraz daha takılmak keyifli olabilirdi. Yakın zamanda daha düzgün gezmek için yine gitmek istiyorum. Am şu anki hayat tempomda bakalım vakit bulabilcekmiyim. Kalanını fotoğraflar anlatıyor zaten.


25 Mayıs 2010 Salı

Dim Çayı

Hem güzel bir yer, hem eskitilmiş. Şimdi görenler için cennet, eskisini bilenler için bitmiş. Dim Çayı çok yüksek debisi olan, eskiden üstünde rafting yapılabilen biryermiş. Alanya'dan sonra 7-8 km gittik. Çay başlayınca suyun harika olduğunu düşündüm. Ne kadar güzel akıyor dedim. Ama annem "buralardan geçilmezdi sudan" dedi. Meğerse yukarı baraj yapmışlar, ve suyu tutmuşlar aşağı akan su barajdan taşan sular. Siz düşünün kapasitesini. Yukarı çıktıkça restoranlar var. Suların üstüne oturabileceğiniz mekanlar yapmışlar. Gerçekten çok keyifli görünüyordu. Siz yemek yerken altınızdan sular akıyor. Hatta yüzmeye cesaret edebilenler için su da çok güzel. Ama ben o soğukluğa cesaret edebilicek durumda değildim. İşte bu da benim sınırlarımı aşıyor.

En yukarı çıktığımızda barajla karşılaştık. Manzara gerçekten harikaydı. Resimde akan sular barajdan taşan ve aşağıya verdikleri sular. Baraj büyük ve gerçekten çok güzel görünüyor. Yeşil, mavi birbirine karışmış doğası çok güzel. Aşağıdaki suyun ve hatta su sporlarının olayını bitirmesine rağmen barajın manzarası harika.

Aşağı geri inerken bir restorana da biz girip biraz dinlenip birşeyler yedik. Yolunuz buralardan geçerse uğramanız için güzel biryer ama uzaklardan gelmenize değer mi bilmiyorum. Yine de benden fotoğraflar siz karar verin. Böyle giderse çocuklar büyüyünce blogu seyahat bloguna çeviricem gibi görünüyor.:)

Bu arada Ankara'ya döndük. Tatil güzeldi ama evimizi de özlemişiz.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

İncekum

Burası Alanya İncekum Beach Resort. Buraya gelmemizin en büyük sebebi incecik kumu, adı üstünde. Annemin kolunda sinir sıkışması var, döndüğümüzde ameliyat olacak. Kum iyi gelir demişler, Ela da çok güzel oynuyor ve Alanya bu mevsimde daha sıcaktır diye buraya geldik. Antalya'dayken hava gerçekten çok güzeldi ama buraya geçtiğimizden beri 5 gündür sadece 2 gün deniz yapabildik. Hava kapalı ve çok rüzgarlı. Ben hiç umursamıyorum tatilde olup kafayı boşaltmak, bilgisayarımla deniz kenarında çayımı yudumlamak, Ela'nın burda iyi vakit geçirmesi benim için yeterli.

Ela'nın sendromik durumları aslında devam ediyor. Son derece yoruyor bizi, ama burda bir nebze daha kolay çünkü salıyoruz parka, kumlara akşam da çocuk discosu var. Yorgunluktan canı çıkıyor. Kumsalı gerçekten çok güzel, tam çocuklara göre. Çocuk parkını da rüzgar almayan biryere yapmışlar ve kumun üstünde yani bir kitapla bankda oturarak yarım gününüzü çocuğunuzu göz ucuyla izleyerek geçirebilirsiniz. Biz hava kapalı olduğu zamanlar genelde parkda vakit geçirdik.
Otel konumu gereği çok güzel. Zaten temiz oda, banyo ve rahattan başka birşey aramayan birisi olduğum için ve kızım rahat ettiği için daha lüksünü aramadım. Havuzlardan huylandığım için hiçbirimiz yanına bile yaklaşmadık zaten. Mis gibi deniz neyimize yetmiyor. Yemekler klasik tatil köyü formatında ve herşey dahil. Salatalarını kesinlikle yemedim, çünkü üstüste ekliyorlar ve taze olamıyor, bu beni zorladı biraz. Aslında sebze yiyememek de zorladı çünkü doğru düzgün sebze de yapmıyorlar. Her akşam mangalda balık, et, köfte türü şeyler oluyordu. Bunları yedim en azından çünkü en azından taze yapılıyor. Aslında böyle oteldense butik otelleri yemekleri için tercih ediyorum ama çok ani verilmiş bir karar olduğu için şikayet etmiyorum.. Tatlıların bulunduğu bölgeye gitmedim bile, ne tatlı vardı bilmiyorum. Zaten Bige'nin dışarda yapılan tatlılara koyulanları anlatmasıyla tatlı olayından iyice soğudum. Ancak biri kek yaparsa yerim. Meyveler çok güzeldi. Her akşam çileğe boğulduk diyebilirim. Tesis olarak da çok temizdi ve servisden de çok memnun kaldım. Çocukları oyalayacak yerler de bol olduğu için zaten çocuğun kendisi bol olduğu için genel olarak memnun kaldık diyebilirim.

Otel çocuk doluydu demiştim değil mi. Çoğu Alman, çoğu Rus biraz da Türk çocuk vardı. Aslında Türkçe konuşan duyunca biz bile şaşırıyorduk. Ruslar çok çocuklu genelde. Benden 5-6 yaş küçüklerin en az 2 -3 çocukları var. Bu durum Prag'da da çok dikkatimi çekmişti. Çok erken çocuk yapıyorlarmış ama boşanma yüzdeleri de çok yüksekmiş. Neyse çocuklar ördek yavrusu gibi annelerinin arkasından geziyorlar. 2 tanesi ile konuşma fırsatım oldu. Kendileri bakıyorlarmış çocuklara. Bizim birbirimize cesaret olarak baktığımı 2. çocuk ve hem de yaşları birbirine çok yakın olayı onlar için çok normal. Ama çok rahatlar 2 yaşında çocuklar mama sandalyesinde kendi yemeklerini kendileri yiyor, ayakları çıplak üstleri çıplak geziyor. Havuz kenarında uyuyuveriyorlar. Belki de anneler çocuklarla daha az savaştığı için daha kolay bakıyorlar. Ela birkaç çocukla çok güzel oynadı. Hiç dil bilmeden o kadar güzel eğlendiler ki. Bu tatil beklediğim gibi Ela'ya çok yaradı. Bakalım sendromumuz Ankara'da nice olacak:)

21 Mayıs 2010 Cuma

22 haftalık göbek, 22 aylık bebek

22 haftalık göbek nereye yaysan orda durur.
22 aylık bebeki arkanı dönsen bıraktığın yerde zor bulursun.

22 Haftalık göbek ağırlığını yavaş yavaş hissettirmeye başlar.
22 aylık bebekin ağırlığı (o göbekle) artık sizi gerçekten zorlar.

22 Haftalık göbekle heryerde dikkat çekersiniz.
22 aylık bebekle artık dikkati siz çekmezsiniz.
Her 2 şekilde de dikkati siz çekmiyorsunuz zaten).

22 Haftalık göbekte içerden tekme, tokat, aparkat boldur.
22 Aylık bebekde dışardan sağ kroşe, sol kroşe, ısırık, çimdik boldur.

22 Haftalık göbek neyseki sessizdir.
22 Aylık Bebek, maşşalah çenebazdır. Papağan gibi tekrarlar, bir dakika susmaz.

22 Haftalık göbekteki mesanemin üstünde tepiniyor.
22 Aylık Bebek koltukların üstünde tepiniyor.

22 Haftalık göbekle penguen gibi yürümeye başlarsınız.
22 aylık bebek kendisi penguen gibidir.

22 Haftalık göbekle rahatlıkla alışverişe çıkarsınız.
22 Aylık bebek alışverişde vitrinlere girmek ister. (Çıkmasanız iyi olur.)

22 aylık bebek her an 22 haftalık göbeke kafa atabilir.
Şimdiden kavgayamı başladılar ne.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Böcekler

Montessori grubunda konu "Böcekler" idi. Biz de tatilde bol bol böcekle karşılaştık. Resimde görülen top böceği ise havlumuza geldi. Ela bu böcekle oynarken eğlendi. Çok ilginç bir böcek. Özelliği dokunduğunuz anda "hoop" diye top şekline dönüyor. Bırakınca açılıp bacaklarını açıyor.
Yürümeye devam ediyor. Yine dokununca top oluyor. Çocukların çok ilgisini çekecek bir özellik.. Bir hayvanın şekil değiştirmesi ki bu şekil ve renk değiştirme olayı böceklere ve sürüngenlere özgü.

Yediğimiz çağlaların içindeki yumuşak çekirdek kısımlarını karınca yuvasının ağzına koyduk. Karıncalar yuvadan çıkıp çekirdekleri yuvalarına götürdükçe Ela heveslendi ve bunu kendine iş edindi. "Anne çekiydek" diyip diyip karıncaları besledi. Kaldığımız otelde bol bol sümüklüböcekler var. Geçen hafta babası Ela'ya bitkilerin üstündeki sümüklüböcekleri eline alıp içi dolu mu diye bakmayı öğretmişti. Daha doğrusu öğretmek için yapmamıştı ama Ela bunu
çok sevdi. Nerde sümüklüböcek görse gidip eline alıyor. "Anne tümüklüböcek" diyip getiriyor bana sonra yere bırakıyoruz beraber. Biraz tesadüfen, biraz da ben nasıl birşeyler yapbilirim diye düşünürken eklediklerimle Ela burda böceklerle çok ilgileniyor. Örümceğin kolunda yürümesinin taklidini yapıyor. Hiç düşünmemiştim daha önce böceklerin böyle oyun malzemesi olabileceğini ama eğlenceli oyunlar çıkabiliyor. Tesadüfen meraklı minik'in bu haftaki konusu da böcekler. İçinden bir sürü böcek çıkartması çıktı. Ela da yolda gelirken bu çıkartmaları arabanın heryerine yapıştırdı, şimdi gördükçe isimlerini soruyor bana.

Toprakla ilgili Montessori Eğitimi web sayfasına yazdığım yazı Japonya'dan Jojoebi tarafından çok beğenilmiş, kendi sayfasında resimlerimizi kullanmış. Oraya yorum bırakmış. Gurur duydum. Tatilde haliyle kum ve toprak aktivitelerimiz tam gaz devam ediyor. Hatta Ela kumlardan çıkmıyor diyebilirim. Harika birşey çocuk için akşam oldu mu sızıp kalıyor ve gece deliksiz uyuyoruz.

17 Mayıs 2010 Pazartesi

GeyikBayırı - Gebeşli Bebekli Trekking

Bir akşamüstü bulduk kendimizi bir küçük trekking macerasının içinde. Hem de kadrosu biri hamile, biri 2 yaş altı çocuk, normal insan 1 tane ile. Bu gittiğimiz aslında ormanın içinde bir sürü alabalık havuzu kurarak hem alabalık yetiştiren, hem de burdaki restoranda leziz balıklar yapan bir işletme. Balıklar orda tutuluyor, orda pişiyor. O kadar taze yani. Hamile ve bebeklerin balık ihtiyacı su götürmez bir gerçek, ama artık hangi balığa güveneceğimi bile şaşırdığımdan balıktan da biraz soğudum. Geyikbayırı'nda bunu hissetmedim, tereyağında balığı afiyetle yedik. İnsan yediğini anlatmazmış ama olaki yolunuz düşerse bu ormanın içinde mekana mutlaka uğrayın derim. Yemekler güzel, ortam güzel. Daha önceden de geldiğim için Buğday Dergisi'nin TaTuTa organizasyonunda ekolojik çiftlikleri araştırırken rastladığımda dikkatimi çekmişti. Burada ekolojik turizm de yapılıyor. Organik ve şifalı bitkiler üretimi yapan Rasayana Çiftliği de burada kurulmuş ve her mevsim ziyaretçilerini kabul ediyor. Hamile olmasam bu sene böyle doğal bir ekolojik tatil de yapmak istiyordum ama şu an şehirlerden yine de çok uzaklaşamıyorum. İnşallah 2 çocukla.

Burasının tek özelliği bu da değil. Alt alta oluşturulan havuzlardan sonra doğal havuzlar da oluşmuş ve bir nevi orman içi serbest keşif alanı olmuş. Bu yaptığımız şeyi ilk yapan biz değiliz, burda dağcılık ve trekking de yapıyormuş gelenler. Ailemizin genel yapısı gereği herşey çok normal başladı. Cici bici yemeğimizi yedikten sonra her zamanki gibi huzursuz cocanın dürtmesiyle, "gel şu sınırları aşalım aşağıya biraz inelim, bakalım neler varmış" demesiyle başladık yürümeye. Havuzların bittiği yerde yukardaki fotoğrafda görülen kanallar başladı. İşte bu kanallardan dengede yürüyerek geçilmesi gerekiyordu. Gebeş göbeğimle biraz tırsarak tek ayak genişliğindeki bu kanal kenarlarından yürüyerek geçtim. Ela Hanım da babasının kucağında. Bana arada bir "anne düşme" diyordu:) Kanallar bitince biraz daha yürüdük. Geldiğimiz yerde kendiliğinden havuzlar oluşmuş, yukardaki havuzlardan kaçan balıklar olmuş, buralarda takılıyorlar. Balıklardan da özgür ruhlar çıkıyor yani. Yol benim göz alamayacağım kadar dikleşince geri döndük. Gebeş olmasam ben o yoldan inerdim. Hatta daha önce daha çoluk çocuk yokken bizim gibi 2 maceraperestle buranın başka bir tarafında aşağı doğru akan küçük bir su bulup, o suyu takip ederek ne maymunluklar yaparak zaman zaman belimize kadar suya batarak kaynağa ulaşmıştık. O zamanlar blog tutmadığıma şu an üzgünüm, ne güzel bir hatıra olurmuş.


Herneyse o kanallardan geri dönerek sıkıcı normal hayatımıza geri döndük. Antalya tatilinin ilk bölümü coca ve Ela ile kumsalda, orda burda takılarak geçti. Ela bol bol sahilde, kumlarla, taşlarla beraber. Kendini uzun süre kaptırıp oynayabildiği tek şey taş ve kumla oynamak. Sendromik durumlarımız devam ediyor. Bugün yolda giderken "gitmeycem" diyerek yüzükoyun yere yattı diyebilirim. Ya sabır diyerek bu günlerin geçmesini umud ediyorum. Coca Ankara'ya eve döndü, yerini hemen annem doldurdu ve bugün Alanya'ya geldik. Burdaki günlerimizin hikayesi ise sonraki bir zamana.


16 Mayıs 2010 Pazar

Arızalı Tatil Günleri

5 gündür Antalya'dayız. Fotoğraflardaki melek görünüme aldanmayın. 3 ay önce ilk partisini yaşadığımız 2 yaş sendromik arızaya geçme günlerinin ikinci partisini bir gıdım daha yüksek perdeden yaşıyoruz. 2 yaşına az kala melek kızımız tam bir canavara dönüştü. Durup dururken sinirlenmeler ve dişini sıkmalar, abuk subuk istekler ve bunun olmayacağını açıkladığımızda bize sinirlenmeler, tekmeler, ısırmalar, vurmalar, nedensiz ağlamalar, uyumak ve yemek istememelerle tatilde daha rahat ediceğimizi düşünürken bu nedenlerle babası ve ben bazen nasıl davranıcağımızı şaşırır olduk. Eğer onu tamamen kendi haline bırakırsak, olur olmaz ne isterse yaparsak herşey iyi sayılır. Olur olmazdan kastım gerçekten onun için zararlı olmayacak herşeye evet demeye çalışırız zaten. Herşeyi bırakın çok çok az şeye hayır dediğimizi düşünüyorum. Ama olur olmazın arasında sokakta yürürken ayakkabılarını çıkarmak ve çıplak yürümek istemek, kesinlikle araba koltuğunda oturmamak, taşları ağzına doldurmak da var. Bunlara da izin verirsek az problemimiz çıkar. Ama markette istediği herşeyi almazsak (istediği derken bilinçli değil, ne görürse artık - en son bir şampuan ve ketçap almak istedi) da sinirlenip bize vuruyor. Yani aslında şu an kendisi de neye sinirlendiğini bilmiyor. Bir de kesinlikle yatmak istememek ve yemek yememek de var. Uykuyu bir şekilde hallediyoruz ve yemek de artık ne yerse, sürekli uğraşmak da çok yorucu ayrıca hiç bir işe yaramıyor. Ben de hiç birşey önermiyorum artık 2 gündür açım diyip kendi geliyor. Bu sefer de istediği saniyede birşey veremezsek verene kadar çıldırıyor. Bunlara rağmen tatilimiz güzel geçiyor. Hava burada şeker gibi ne terliyorsunuz, ne üşüyorsunuz. Tam bir hamileye göre yani. Gerçekten doğru mevsim seçmişim.

Yarın tatilimizin 2. kısmı için coca gidiyor, annem geliyor ve otele geçiyoruz. Birinci kısımla ilgili macera yazısı daha sonra yazıcam. Ela burda çok vaktimi alıyor. Umarım bu 2. parti sendromik durumumuz biraz hafifler hatta geçer de melek kızıma kavuşurum. Yoksa doğum biraz korkutuyor beni.

Gebeşlik burda iyi gidiyor, denize girebiliyorum. Kendimi henüz ağır da hissetmiyorum. Bebişin hareketleri çok kuvvetlendi, keyifli bir dönem geçiriyorum. Son 3 aya girmeden ne kadar rahat takılabilirsem o kadar iyi. Şimdilik bizden bu kadar gebeşli- bebekli trekking maceramız çok yakında burada..

11 Mayıs 2010 Salı

Bitki Çalışmalarımız

Hafta sonu büyüyen fidelerimizden dikebileceklerimizi hep beraber seçtik.. Bir kısmını Ela'nın babaanesinin bahçesine götürüp diktik. Bir kısmını da balkonumuza büyük saksılara domates, salatalık ve soğan olarak diktik. Bu iş gerçekten çok zevkli. Gerçi cocanın çok büyük emeği var biz biraz seyirciyiz şu an. Ama öğreniyoruz ve eğleniyoruz Ela ile. Bakalım sebzelerimiz biz dönene kadar biraz çıkmaya başlayacak mı.

Bu arada balkonumuza annesinin yumurtlamasından sonra kendisini yumurtayken den itibaren tanıdığımız güvercinlerimiz tüm balkonu geziyorlar. Uçmayı tam başaramadan hafta sonu Ela biraz sevebildi. Misafirlerimiz uçarsa ben kendi adıma çok memnun olacağım. Yine de Ela'nın güvercinlerin doğup büyümesine tanık olmasına çok memnunum.

Hafta sonu kardeşimin kreşde öğretmen olan kızarkadaşı bizdeydi. Ela bayıldı Zeyneple oynamaya. Zeynep ona İngilizce şarkılarla figürler öğretti. Oyunlar oynadılar. Bir de oturup kukla yaptılar. Yani bizim için rahatça oturduğumuz bir akşam oldu. Herkes halinden memnundu yani.

---------
Dün gece yatarken Ela ile aramızda geçen bir konuşma beni çok şaşırttı..

Ela: Anne kulağına birşey diycem.
Ben: Söyle kızım
Ela: (Kulağıma eğilir) fış fış fış fış

Bunu babası Ela'ya çok yapardı ama Ela'nın da bana yapması gerçekten çok güldürdü beni.. Neleri kayıt ediyor ve uyguluyor:)

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Ela 22 aylık, Ben 20 haftalık

Geçtiğimiz ay içinde Ela artık konuşmak konusunda tamamen kendini kurtardığını hissettirdi bize. Artık 3 kelimelik cümle, 5 kelimelik cümle yok. Ela kompleks cümleleri yerinde kuruyor, duygularını bize anlatıyor. Sorduklarımıza cevap veriyor. Artık onunla sohbet edilebiliyor. Bazen bizi çok çok şaşırtıyor..

Hastalıkların peşimizi bırakmadığı bir ay geçirdik ama napalım çocuk bunlar hasta olup bağışıklıkları gelişicek. Ben çok takmıyorum. Açıkçası Ela'nın bünyesi sağlam sayılır. Aynı hastalığı başka bir çocuk ateşini düşürtemeyerek ve antibiyotikle geçirirken, Ela normal düşürülebilen bir ateş ve antibiyotiksiz geçirdi. Geçtiğimiz günlerde geçirdiğimiz larenjit'in seyri bu oldu diyebilirim. Bunu da diğer çocukların oldukça şeker ve çikolata türü şeyleri yemesine ama Ela'nın yememesine, sebze ve meyvesini bol yemesine de biraz bağlıyorum. Şu şekerin enerji vermenin ötesinde bağışıklığı zayıflattığını anne babalar bir öğrense artık. Bu konuda doluyum ama sonra bu konuda yazacağım. Çünkü Ela'ya şeker vermiyorum diye gaddar anne gibi bakılmaktan bıktım artık..

Ela ayakkabılarını giymeye başladı. Bu güzel bir gelişme, bir de kendi sümüğünü sümkürebiliyor ve öksürürken eliyle ağzını kapıyor artık. Hastalıklar da bize birşeyler öğretti yani.



Bunlar da bu aydan hatırladığım dialoglar.....
İşte size absorbent mind:
Anneanne: Gel kızım altını değiştireyim. Kaka Yapmışsın.
Ela: Anne değiştirsin
Anneanne: Neden kızım?
Ela: Senin ayaan ağrıyo.. (biz dumur)


Ela: (Elinde kitabı, babasına) Oku...
Baba: Ben okuyamam hep ben okuyorum, biraz da sen bana oku.
Ela: Men okuyamam, men hasta oydum..

Ben: Kızım gel bıcı bıcı yapalım.
Ela: Yok
Ben: Neden? Ne zaman yıkanıcaksın?
Ela: 2'den sonra.

-------------------------------
Ben ise yolun yarısını geçtim. Şimdilik herşey yolunda gidiyor. Geçtiğimiz hafta Elondor bize yüzünü gösterdi. Şimdi fotoğrafını ekleyemedim, yapabilince ekliycem. Bir de bize barış işareti yaptı. Öyle komik ki.. Görünüşe göre ortalama boyutlarda sağlıklı bir bebek. 2 hafta sonra detaylı bir ultrasonumuz daha var. Ondan sonra artık büyüyecek, kilo alıcak ve doğuma hazırlanacak. Doğum konusunda yeni yeni heyecanlanmaya başladım. Doktorum da, coca da, ben de bu sefer benimle gurur duyuyoruz. Geçtiğimiz ay sadece 600 gr aldım.. Yani şu an itibariyle hala -1'deyim. Bundan sonra daha düzenli beslenmem şart, çünkü artık bebeğin ihtiyaçları arttı. Tek sıkıntım demir eksikliği yüzünden çarpıntılarım ama o bile Ela'dakine göre daha iyi diyebilirim. Yeni demir hapına başladığımda umarım daha iyi olur.

Önümüzdeki hamilelik ve taşınma durumları yüzünden ve benim için temmuzdan sonra çok zor olur düşüncesiyle ilk erken tatilimizi yapmaya çarşamba günü Antalya'ya gidiyoruz. Ela'nın da Elondor'un da daha iyi D vitamini alabilmesi için bu çok güzel olucak inşallah. Önümüzdeki aylar bizim için çok yoğun ve karışık görünüyor. Rahat atlatmak ve Ela'nın tüm bu değişiklikleri en az etkilenerek geçirmesi için elimizden geleni yapacağız.

7 Mayıs 2010 Cuma

Eğlenceli Bir Gün

Geçtiğimiz hafta sonu bebeğin cinsiyetini bilenlerle bilmeyenlere pasta ısmarlama günü yaptık. Grubun yarısı bebeklerin rahatsızlıkları veya şehir dışı planları yüzünden gelemedi. Ben de günü çeşitli nedenlerden erteleyemedim mecburen 4 kişi - 4 bebek toplandık. Ama sakin ve çok keyifli bir gün geçirmemize engel olmadı. Misafirlerimiz Burcu & Arda, Bige & Duru ve Sibel & Can'dı.

Önce sohbet ve yemekler yenildi. Çocuklar kaynaştı. Burcu ve Arda erken ayrıldıktan sonra bizim iki cadı ile hassas ruh Can önce kitap okuma seansı yaptılar. Sonra minderlerde coştular.



İyice yorulduktan sonra bu sefer de havanın güzelliğini de kaçırmayalım diye hep beraber parka gittik. Orda da iyice coştuktan sonra birbirlerinden çok çok zor ayrıldılar. Bu eğlenceli gün de çocukların güzelce eğlenmesi ile sona erdi. Fotoğraflar herşeyi anlatıyor. Gelemeyenlerle umarım birgün tekrarlıyabiliriz.


Gıcık Anneler Günü Yazısı

Anneler günü ve benzeri her güne çok önem veren herkes belki şimdi bana kızacak. Ama elimde değil son yıllarda bende yükselen bir duygu mevcut. Özel günlere gıcık olma durumu. Annemin neler yaşadığını, bize bakmak, büyütmek için neler yaptığını, tabii ki en çok bizi okutmak için uzun yıllar yurt dışında olan babamın fiziksel desteği olmadan 2 çocuğun sorumluluğunu üstlenmek ve bir yandan da çalışmakla aslında hayatında ne çok şeyden feragat ettiğini ama bunu neden yaptığını, ne zor bir işi olduğunu ben de anne olduktan sonra daha iyi anladım. Ve anneme yaşattığım bazı şeyler için pişmanlık duydum. Bunlara rağmen anne olduktan sonra özel günlere olan gıcıklığım daha da arttı.

Aslında duygularımı Sevgililer Günü'nde yazdığım yazıda birazcık açıklamıştım. Ama son zamanlarda gördüğüm dramlar, beni uyaran başka etkenler oldu, tekrar yazma isteği duydum. Aslında anne olmamla birlikte bu duygunun bende yükselmesi (hatta diğer insanlarda yükselmemesine şaşırma durumu) hiç anormal gelmiyor bana. Anne olmamla birlikte bu günlerde duygusal çöküşler yaşayabilecek insanları düşünmeye başladım.. Annesi - babası olmayan çocuklar, hatta her yaşta anne-babasını kaybetmiş insanlar, çocuğunu kaybetmiş insanlar, yıllar boyunca çocuk sahibi olmaya çalışmış ama olamamış aileler, bir aile kurmak isteyip kuramayan insanlar, ailelerinden uzak olanlar. Burda anneler günü, ıvır günü, zıvır günü diye hediye kampanyaları ile şişirilen bir toplum, öbür yanda savaşta büyüyen çocuklar, aç büyüyen çocuklar, bir anne elinin sıcaklığını hiç duyamamış yetim çocuklar. Tüm özel günlerde, olmayanlar için çok duygusal geçiyordur ama anneler günü bu duygunun en yüksek olduğu zaman. Bu konuda düşünmem aslında dayımı kaybettikten sonra bir daha anneannemin anneler günü kutlamak istememesiyle başladı. Önce küçüktüm, bize öğretilen bu günün kutlanmak istememesini algılayamadım. Büyüdükçe anlamaya başladım, anne olunca çok iyi anladım. Artık hep bu insanları düşünüyorum ve kızımın da bu insanları düşünerek duyarlı olmasını istiyorum. Anneler günü'nde özel hiç birşey istemiyorum; her gün kızıma sarılmak, annemle konuşmak istiyorum.

Geçenlerde kızım bir sabah nefesinde hırlama ve nefes darlığı ile uyandığında çok zor ve endişeli bir gün geçirdim. Sonra aklıma Nehir'in annesinin bir sözü geldi. Nehir normal hasta olduğunda, çocukluk hastalıklarını seviyorum demişti. Bir de bir arkadaşımın kızı daha 1 aylıkken ciddi bir rahatsızlık geçirdiğinde bana "Allahım benim kızıma da normal çocukların hastalıklarından ver" diye dua ediyorum, şeklinde anlattığını hatırladım.. O zaman kızımın bir an önce iyileşmesini istemenin yanında normalde sağlıklı bir çocuk olduğu için şükrettim kendi kendime.. Ve tüm hasta çocuklara şifa diledim, annelerine sabır diledim.. Sabır da geliyor sanırım kendi kendine. Nehir'i çoğumuz biliyoruz. Hastalığı nüksetti. O kadar küçük ki, yaşadıklarına çok üzülüyorum. Ne güzel sağlığına kavuştu derken tekrar kendisi ve ailesi için dua etmeye başladım.. Annesi çok gururlu, çok açık yazıyor herşeyi. Bu da onun başetme yollarından birisi herhalde. Empati yapamayacak kadar çok üzülüyorum duruma. Bu sene anneler gününde siz de masrafları çok ağır olan bu hastalık için küçük de olsa bir yardımda bulunmak isterseniz, şu sayfaya tıklayabilirsiniz. Nehir'in hikayesi için de burayı.

Sanırım demek istediklerimi anlatabildim. Etrafa biraz gözatınca bu günlerde büyük üzüntüler yaşayan insanlar görebilirsiniz. Bu yüzden hergün annenin değerini bilmek, her gün çocuklarla geçirdiğimiz zamanın ne kadar değerli olduğunu bilmek gerek. Tüm annelere sevgiler.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Mankenlerin Zor Görevi

Sevgili Manken Arkadaşlar;
Evet kızlar, bu büyük bölüm. Podyumu ele geçirmeliyiz ve hataya mahal yok. Planı açıklıyorum, işte bu plan..


Aldatıcı olduğunu biliyorum ama hepimizin ezberlemesi şart. Hazır mısınız? Size güveniyorum..

Aldığınız bunca eğitimden, kendinizi yetiştirmenizden sonra bu işi de başarıyla yapabileceğinize güvenim tam..

Ebru Şallı, sana bir hamile bölümü açıyoruz. Burasını Esra ile birlikte yürüyeceğiniz için biraz geniş tuttuk. Esra, gerçek hamile kıyafetleri sunacak, sen de gazı olan ama osuramayan insan kıyafetleri sunacaksın. Osuruk deyip geçme, metan çok delikanlı bir gazdır. Oksijene gıkını çıkaramaz ama etkisi uzun süre hissedilir. Bir de gerçekçi olsun diye kıvranarak yürümen lazım ama bu çok zor değil 62 derece fazla kıvırtırsan bu iş olur.

Podyuma çıkıp beraber hamile pilatesi yapacaksınız. Şaşırma sakın, bünyesine bakıp da spor hayatına bugün başlayacağını sanma, sen agu gugularken o denizde yüzüyordu. Her zaman böyle bir balina değildi. Senin gibi kendine özel spor stadyumu yoksa onun suçu ne. Ona da verin bir spor salonu bir de gidecek vakit, bir de çocuklara bakacak 2si yatılı 3 bakıcı, o da seninle aynı sportif görüntüye girer. Senin burnunu yapan onun da burnunu yapsa senden ne eksiği kalır, zaten boy uzatmanın sırrı bulunmuş günde 34 defa pilates yaparsa iyi bir hırsla 1.5 sene içinde Güliver kadar boyu da olur. Neyse pilates derken uyarmalıyım, zaman zaman iyice gebeş aklına bürünen Esra düşebilir, ne yaptığını unutup aval aval bakıp kalabilir, nedensizce gülme veya ağlama krizine girebilir; ona yardımcı olmalısın. Ne de olsa senin zekanda ne kadar değişiklik olabilir ki çok az oynamıştır. Ama onun zekası seninkinin seviyesine inmesi için baya bir düşüşe geçti, bu da bünyesinde bazı arızalara neden oluyor zaman zaman. Esnemelerde, bacaklarını açarken sağına soluna dikkat et. Sağındaki solundaki Esra'ya çarpmayasın. Kafana televizyon kadar taçlardan takma, iki yana dönerken mazallah birinin gözünü çıkartacaksın.

Bir de pilates bitince gidip Esra'yı öp ve sadece 1.5 kilo aldığı için tebrik et. Bunu hakketti. Pilatesden sonra karşılıklı yeşil çaylarınızı höpürdetirken istersen ona biraz da kivi yemenin incelikleri, çocuk kendi kendine nasıl büyür, çayır çimende yakalanıp katledilen böcek maskesi nelere iyi gelir, bir ultramilyonermilyarder nasıl tavlanır ve sırtını yaslayıp yan gelip yatılır, japon balığı suratlı olabilmenin yollarını anlatabilirsin. Eğer karşında 5 dakikadan fazla durabilirse o da sana sorabileceğin bazı bilim ve teknik ve kültür ve sanat sorularına yanıt verebilir.:) Bir de son olarak sen şöhretli olabilirsin ama karşındaki de bir gecede ünlü olacak kapasiteye sahip, haberin olsun..

NOT: Hamileyken yaptığım saçmalıklar sayılmaz.

4 Mayıs 2010 Salı

Çatlak İnsan Mıknatısı

Geçtiğimiz hafta boyunca insanlar bana yaklaştı ve beni çok rahatsız etti.. ki sokaktaki insanlardan tek beklentim bana bulaşmasınlar, benimle konuşmasınlardır. Tabii ki tanımadıklarım. O kadar sevmem insanlarla yüzgöz olmayı. Kimsenin işine karışmam, kimseyi yargılamam; tek isteğim benden uzak dursunlar. İşte böyle soğuk nevale biriyim ben (annemin tabiri). Nedense espri anlayışından yoksun ama onla bunla boş konuşmaktan hoşlanan insanlara soğuk denmez de tanımadığı insanlarla konuşmaktan hoşlanmayan "bana" soğuk derler. Herneyse bence öyle değilim ama bu özelliğim nedeniyle de tüm çatlak insanlar beni bulur. Otobüse binerim konuşmayı çok seven bir teyze beni bulur, havuza giderim başka bir teyze "üşütürsün üstüne bornoz al" der, Ela'ya karışanları zaten saymıyorum bile.

Örnek veriyorum: Markette sırada ve kendi kafamdaki tilkilerle uğraşıyorkene yoktan varolan bir kadın geldi ve tuvaleti geldiğini ama izin vermediklerini çünkü kurtulmaya çalışan bir alkolik olduğunu söyledi. Yemin ederim şu şekilde duydum. "çişigeldiamaizinyokçünküalkoliktimkurtulmayaçalışıyorum". Kibarca kafamı salladım ve elimdeki oyuncağa odaklanmaya çalıştım. Sonra Tanju Okan hakkında konuşmaya başladı. "Onu hatırlıyor musun?" dedi. "Erkek kardeşim ve ben onu çok severdik. Şapkalarını hatırlıyor musun?" Sonra benimle konuştuğu kadar çabuk kulaklıklarını taktı ve şarkı söylemeye başladı ve parmaklarını şıklatarak kafasıyla tempo tuttu.

Sonra düşündüm ki bu cehennem daha uzun süremez.

Sonra aynı gün birşey almak için tekrar bir sıradaydım. Yine, kendimle kalmaya çalışırken sanırım çürümüş bir dişi olan bir kadın benimle konuşmaya başladı. Kokudan sıyrılıp ne dediğine kulak kabartınca bana sıradaki şu kadını tanıdğını ama ismini hatırlayamadığını söylediğini anladım. "İsimleri artık hatırlayamıyorum" dedi. Muhtemelen ağzındaki koku kafasından geliyordu. Sonra birden kızının nasıl çok zayıf olduğunu anlatmaya başladı. Bunu da herhalde benim semizliğime bakarak aklına getirdi. Ama ben buna maruz kalmak durumundamıyım?

Bir de bir keresinde otobüsde tamamen yabancı birisi bana peynir ikram etmişti. Basitçe çantasından geniş bir parça peynir çıkardı, bana silah gibi doğrulttu ve dedi ki :"Taşıyamam, çok ağır". Bana ne otur ye o zaman.. Ya sabır..

Ela'ya hamileyken bir kere dolmuşa binme gafletinde bulundum. 7 aylık hamile olduğum ve karnım kocaman bir kaplumbağa kadar olduğu için farkedilmemem imkansız. İnanmayacaksınız, Armada'dan Koru Migros'a kadar kimse kalkıp bana yer vermedi. Normalde böyle şeyleri takan bir insan değilim ama ben olsam o hamilelikte bir insana yer veririm. Göbeğim zıplayarak eve geldim ve sinirim çok bozuldu. Ayakta olmam önemli değil de eskiden bu ülke böyle değildi bence. Daha duyarlıydı etrafına karşı 15 yaş civarında üç tane bıyıkları yarım çıkmış liseli genç göbeğime bakaraK oturdular.

Kızılay'daki telefon kulübeleri sarı renkten mavi renge değiştiği zamandı. Okuldan çıkıp kızılay'a gitmiştim. Ordan annemi arıycam (o zamanlar cep yok, ya ben işte o kadar dinazorum, bizim çocuklar cebin olmadığı zamanlar olduğun inanamayacak ). Kulübeye girdim jetonu attım, tam konuşmaya başladım tam yanımdan "grrrrrrrrrr grrrrrrrrr" diye sesler geldi. Bir baktım bulunduğum kulübeyi söküyorlar. (Sarıyı mavi yapıcaklar) Ve benim bulunduğumdan başlamaya karar vermişler.. Çok şaşırdım ama ben konuşana kadar kulübenin iki tarafını söktüler:)

Nedir bu? Bendeki sorun ne? Genelde arkadaş canlısıyım ve herhangi birşey hakkında konuşurum. Ama sınırı aşmak zorunda bırakıldığımı hissediyorum. Ben galiba rahatlıkla asosyal olabilirim.

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Egzersiz Yapabilir miyiim?

Şu anda "o kadar yorgunumki nerdeyse fonksiyonlarımı yerine getiremiycem"' durumundayken yazıyorum. Aslında bu yazıya başladığımda bir başlık yazdım ve kaydet'e basmak yerine "enter" tuşuna bastım ve bir başlık yayınladım.

Uf! Yine yaptım. "Enter" tuşuna bastım ve bir başlık ve bir cümle yayınladım. Tanrım yardım et. Görenler varsa özür dilerim.

Bunun olduğu birinci gün, hemen hiç birşey yapamadım. Enerjim vakumla çekilmiş gibi, kafamı kaldıramıyorum. Bunlar olurken akşam makul bir saatte yatacağıma, çok erken uyuyakalıp erkenden uyanıverdim. Erkenden derken herkesin yattığı saatte. Bilgisayar başında biraz takıldım ve sabah 2.'ye kadar tv seyrettim. Sabah 4'te tekrar uyandığımda telefonumun alarmını kapatmayı ve 2 saat daha fazla uyumayı tercih ettim.

Kendimle ilgili hayal kırıklığı yaşıyormuyum? Hayır, pek değil. Kendimle uzun zamandır yaşıyorum ve artık galiba kendimi anlıyorum. Orjinal yazıyı yayınladıktan hemen sonra ikna oldum ki ertesi sabah kendime söz verdiğim "Pazartesi egzersizi" için erken kalkamayacağım.

Aslında, Pazartesilerin "dinlenme" günüm olduğu ile ilgili kendime bilmediğim bir kural bile koymuş olabilirim.

Ve sonra bugün. 2. gün. Mışıl mışıl uyuyamadım çünkü bence bilinçaltım beynimin verdiği sözü biliyordu ve buna izin vermedi. Neyse sonunda kalktım. Koşu bandında yürüyüş için ayakkabımı bile giydim ve salona gittim

ve koltuğa oturdum

ve boşluğa baktım.

Sonunda 20 dakika sonra, kendi saçmalığımdan çok sıkıldım ve kendime ya şimdi ya hiçbir zaman dedim. Sonunda kendimi kaldırmayı başardım, Wii kişisel antrenörümü de tokatladım ve gerçek bir egzersiz yaptım. Wii kumandasını tutarken egzersiz yapmak zor ama, daha küçük bir kumanda yapmalılar, yüzük gibi takılan falan olabilir mesela.

Sonra kendimi harika hissettim. Yorgun ama harika. Egzersiz yaparken sırtıma tırmanan bir çocuk yoktu ortalıkta. Sadece ben ve egzersizim.

Fakat şimdi, çok yorgunum. Sanki sarhoşum da düzgün yürüyemeyecek gibi yorgunum.

Ve 2 tane şey biliyorum ki olacak. Erkenden uyuyakalacağım ve erken kalkmaya çalışacağım. Veya o kadar yorgun olacağım ki bir daha kalkmayacağım.

Bakalım yarın neler getirecek.